page_content
stringlengths
1
4.1k
metadata
dict
TÜRK EDEBiYAT! KLASiKLERİ -3
{ "page": 0, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
TüRK EDEBİYATI HÜSEYiN RAHMi GÜRPlNAR EFSUNCU BABA UYARLAMAYA KAYNAK ALINAN ÖZGÜN ESER HiLMi KiTAPHANESi ORHANiYE MATBAASI, İSTANBUL 1340 [192.4] ©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI, 2018 Senifika No: 40077 EDİTÖR RÜKEN KIZlLER GÖRSEL YÖNETMEN BİR OL BAYRAM ESKİ YAZlDAN ÇEVİREN HACER ER D ÜZELTİ DERYAÖNDER GRAFİK TASARlM UYGULAMA TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI 1. BASlM: NİSAN 2.018, İSTANBUL V. BASlM: EKİM 2019, İSTANBUL ISBN 978-605-295-416·4 BASKI UMUT KAGITÇILIK SANAYİ VE ncARET LID. şn. KERESTECİLER SİTESİ FATİH CADDESi YÜKSEK SOKAK NO: I ı/ı MERTER GÜNGÖREN İSTANBUL Tel: (0212) 637 04 11 Faks: (0212) 637 37 03 Senifika No: 45162 Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme hiçbir yolla yayınevinden izin alınmadan çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtı lamaz . TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI İSTİKLAL CADDESi, MEŞELİK SOKAK NO: 2./4 BEYOGLU 34433 İSTANIIlli Tel. (0212) 252 39 91 Faks (0212) 252 39 95 www .iskultur.com .tr GÜNÜMÜZ TÜR KÇESINE UYARLAY AN: EN<;ıN Kil 1<,: Pertevniyal Lisesi'ni ve Boğaziçi Üniversitesi Türk l>ılı vı· hlı·lııy.ııı llıılııııııı'ııu bitirdi . İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültiirel lııcdı·ıııı-lcı l'ıcıı•,ı.ııııı'ııd.ı vıık"·k lisans yaptı . Leiden Üniversitesi Tiirkiyc <, .• ılı�nı.ıl.ııı l'ıııgı.ııııı'ııd.ııı dııkıcır.ı derecesini aldı. Sabancı Üniversitesi'nde Moılcııı 1 ııı k 1 ddııv.ıı ı vı· llcıı,ıın Becerileri dersleri veriyor. Genel olarak 1-\<\ 1'1. vı· ı· ı kı·ıı 'll \lll Yıl ııııııkrıı Tiirk edebiyatı ve kültür tarihi, on·l oLır.ık ·ı ııık ıııııpv.ı n lı hıv.ııı ııtt·ııııı· çalışmalarını sürdürüyor.
{ "page": 1, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
TÜRK EDEBiYATI KLASiKLERİ- 3 Roman efsuncu baba HÜSEYiN RAHMi GÜRPlNAR Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Engin Kılıç TÜRKIYE$ BANKASI Kültür Yayınları
{ "page": 2, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Sadeleştirmeye İlişkin Not Elinizdeki kitap Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın 1924 tarih­ li Efsuncu Baba adlı romanının günümüz Türkçesine uyarlanmış, sadeleştiriimiş metnini içermektedir . Sadeleş­ tirmeyi yaparken yararlandığım temel kaynaklar Mehmet Kanar'ın Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (İstanbul: Say, 2010) ile Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu'dur. Bunların dışında ihtiyaç oldukça Şemseddin Sami'nin Kamus-ı Türk i'sine , çeşitli argo sözlüklerine ve diğer kaynaklara da başvurdum. Ayrıca Efsuncu Baba'nın 1954 ve 1995 tarihli eski baskılarını da gözden geçirdim. Eserde dönemin tarihsel bağlaını içinde gönderme yapı­ lan tarihsel kişileri, eserleri, nesneleri, mekanları, deyim, kavram ve olguları mümkün olduğunca açıklamak ya da tanımlamak üzere dipnotlara başvurdum. Kimi ifadeterin kahramanlarca yanlış anlaşıldığı ve diya­ loğun bu yanlış anlama üzerinden devam ettiği durumlarda Osmanlıca orijinal ifadeyi korudum, doğrusunu ve gerekir­ se çeviri ve açıklamaları dipnotlada verdim. Noktalama işaretlerinden bazılarının kullanımı zaman içinde farklılık gösterebil iyor. Örneğin üç nokta işareti vir­ gül yerine, parantez de çift tırnak yerine kullanılabili yor. Bu durum okuma ve anlama zorluğu yarattığından noktalama işaretlerini günümüzde geçerli kurallara uygun biçimde değiştirdim. Ayrıca kelime sonlarındaki yumuşak sessizleri bugünkü Türkçe yazıma uygun olarak sertleştirdim. Engin Kılıç V
{ "page": 4, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
ı Adına "Devr-i Dilara"1 deyip de bugüne kadar hiçbir güler yüzünü görmediğimiz zamandan evvel Fazlıpaşa'daki Binbirdirek'te İpekçiler ipek iplik eğirirlerdi. Bin bir direk! Sayan yok ya ... Bu adette pek mübalağa olsa gerek... Hakikati anlamak için bu sütunları saymak, saydırmak niyetinde değiliz. Merak edenlerin keyiflerine de karışmayız ... Bu rutubetli, tarihi mahzenin loş serinliği içine, iki Erme­ ni delikaniısı elemgelerini 2 kurmuşlar iplik eğiriyorlar . Dün­ yadan ziyade ahiret alemine dahil, yarı karanlık bu geniş çukurun içindeki tekdüze işlerinin usancından kurtulmak için boğazlarını yırta yırta şarkı söylüyorlar . Fakat ne beste­ de usul var, ne güftede mana ... Agop, Kirkor'a karşı musikide üstünlük iddiasındadır. Kirkor daima: Zo bana ne oldu ben bilemem Eski halime hiç göremem gibi meyhane bayatı adi şeyler okur. Agop, Dede Efendi, Nikoğos Ağa gibi üstatların ağır şarkılarını söyleme mera­ kındadır. Agop'un Artin Ağa isminde bir şarkıcı komşusu vardır. Bu merak kendisine oradan geliyor. Her akşam "En güzel devir", "en hoş zaman" anlamında, II. Meşrutiyet devri için kullanılan niteleme. ı Çile durumundaki ipliği yurnak yapmak veya masuraya sarmak için kul­ lanılan ve bir eksen üzerinde dönen araç.
{ "page": 6, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
pencereden komşusunu dinler. işsiz gecelerini Artin'in musi­ ki meclisinde geçirir. Usulünden, dümtekinden, bazen de mezesinden, birkaç tekinden istifade ederdi. Şarkıcı Artin'in musiki dersinden dönüşünde arkadaşı Kirkor'a taze taze parçalar geçtiği de olurdu. O sabah iki arkadaş asırlık tonozların altında elemge­ lerini çeviriderken her günkü ahenklerine giriştiler. Hayli bağrışıp çağrıştıktan sonra Kirkor: -Ahbar,ı ağır, usta işi, kıyak bir şarkın yoktur? -He vardır. -Senin içinde olan bir şeyden ben ne zevk duyarım ki. Bırak dışarı çıksın ... Keyiflenelim ... Haydi oku ... Bu teklif karşısında Agop'un gururla göğsü kabardı. Elinde artık parmaklarını yakacak kadar küçülmüş cigara ucunu, yutacak gibi son bir iştahla sıkı sıkıya birkaç defa daha çektikten sonra: -Okuyacağım, lakin bedava olmaz ... -Bu akşam Sandıkbur nu'nda altık2 bir tek düz3 ikram ederim ... -Kulakların da ikeamın kadar büyük olsun. -Zo, haydi biçimsizlenme ... Zırlayacaksan zırla ... - Sen babanı zırlat ahbar .. . -İrahmet olsun canına ... Babam senin kadar muziki bilmez idi ki ... -Hangi baban? Uzun kulaklı, semerli ... -Be haydi oku. Bütün geçmişine okurum şimdi ... -Dün akşam bulamaç yedin? Ne yedin? Ağzın çok tatlılaşmış ... -Ağzının tadını veririm şimdi .. . -He ağzından bal şeker akoor .. . -Dün akşam benim nerede olduğumu bileydin neden bu kadar ballandığımı hıp deyi ağnar idin ... Ermenice "erkek kardeş" anlamındaki "yeğpayır"dan. Bir erkeğe hitap ederken "kardeşim, birader" anlamında kullanılan söz. 2 Artık. 3 İçinde anason, sakız vb. kokulu maddeler olmayan üzüm rakısı, düziko. 2
{ "page": 7, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Neredeyd in? Dün gece yine dostuna gittin? - He ... Lafı işte tastamam üstüne vurdun. -Bir Ermeni'nin bir Rum karısına bu kadar kıyak alaka koyması eyi mana değildir. Çakarsın Agop? .. -He bulursam çakarım .. .l -Boş laf etme. Bu iş için sana bin nasihat vermişim. Bu koca kellen keme sıçanının kafasına benziyor. Oraya hiçbir laf girmeyor ... -Yine nazik bir söz ettin. Keme sıçanınınki dünyadaki kafaların en sertidir sanırsın? -Şimdi serti yumuşağı bırak. Okuyacaksın? -Altık gönlüm oldu. Okuyacağım ... -Haydi be oku köpek boku ... Agop dilinin ucuyla dişlerinin arasından tükürüğünü fıskiye gibi karşıya fırlatır. Sesini açmak için birkaç defa öksürür. Nihayet ağır bir makamla başlar: Meyhane mi bu? Bezm -i kerhane-i Acem mi?2 Tulum peyniri mi? Yoksa eski kaşer mi? Satılmış Libade'de hastanı Cemal'in Eşek çemenistanda3 hiç hıyar yer mi? Kirkor bütün alaycılığıyla: -Çüş oğlum Agop, karşımda durmuşsun ne biçim laf­ lar ediyorsun? Hiç böyle ağır şarkının içinde eşeğin, hıyarın yeri olur? Bunlar edepten dışarı laflardır. Ustan Artin Ağa sana bu şarkıyı böyle merkep ile, hıyar ile geçti? Agop birden hiddetlenerek: -He ne söylesen hakkın var. Ben de durmuşum da senin gibi yavan, hışır bir herife ince makamlardan beyit okurdum. -Patlıcan tavası gibi birden parlama öyle ... Ayıp değil a ağnamadım. T ulum peyniri, kaşar peyniri, hıyar ... Karnın acıktı? Ne oldu? Kerhane, meyhane ... İşin içinde yalnız tara­ tar eksik ... Onu da ben koyayım tam olsun ... ı Çakmak (argo): İçki içmek. 2 Acem kerhanesinde içki meclisi mi? Çemenistan: Bahçe, çimenlik. 3
{ "page": 8, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Senin taratorun girmedikten sonram zaten lafın tadı gelmez ... Bilirim baban eski piyazcıdır ... -Beni meraka koydun ... Artin Ağa sana bu şarkıyı bu okuduğun biçimde ... Tıpkı bu tonda geçti? -Yok tıpkı böyle değil... -Meyhaneyi, kerhaneyi, hıyarı, eşeği sen uydurdun? -He canım dur ... Biraz dinle ki ağnadayım ... -İşte durdum. Lafına bekleyorum ... - Artin bu şarkıyı bir Türk şarkıcısından almış, kendi şarkı defterine Ermenice harflerle yazmış... O ki defterini açıp da bana bu şarkıyı okuduysa bunun güftesinden ne ben bir şey ağnadım ne de Artin kendisi ağnadı ... Kendimizi çok zorladık. Mana çıkmayor. Düpedüz manasız bir şeydir ... Sonra bu güfteyi ben de defterime geçtim. Eve geldim. Saba­ hacak uğraştım . Beyideri ancak be ancak bu kadar gustosu­ na koyabildim . İşte nihayet şimdi bir şey ağnaşılıyor. Şairlik ipekçiliğe benzemez. Pek zorluklu ince bir iştir. Şöyle edersin lafın kafiyesi bozulur. Böyle edersin söz teraziden düşer. Sağa kaçarsın olmaz. Sola gidersin uymaz. Elmas işleyen bir kuyumcu dikkatiyle her bir lafı tartarak, kantarlayarak tas­ tamam yerine çivi gibi mıhlamalı. Şimdi bu şarkının aslında meyhane vardır. Kerhane vardır. Eşek, bostan, hıyar, peynir, çemenistan hepsi mevcut ... Fakat bu işi ilk eden hırnbıl şair hiçbir lafı yerine koymayı bilememiş. Bütün manasız sözler, çardağından sarkan tohumluk asma kabağı gibi biçimsiz biçimsiz tepe aşağı sallanor. Yaraşığıyla hepsinin makamları­ nı bularak birer birer yerlerine oturttum. Şarkıda eşek vardır. Ahır yoktuı: Gel babana selam söyle. Zo bu hayvanı ben nereye sokayım? Bostana koydum. Beyit gustosundan düştü. Araya bir de koca bir hıyar yerleştirrniş. Bunu kim yiyecek? Nihayet çaresiz kaldım. Uydu uymadı hıyarı merkebe yedir­ dim. Laf teraziden düştü, düşmedi, işte bu işi böyle ettim? -Pek güzel etmişsin ... -Hıyara yer bulduk. Şimdi meydanda koca bir eşek kaldı. Bu meret hayvanı zırlatmadan nereye koysak acep? Meyhaneye götürsem olur? 4
{ "page": 9, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Çüş ol Agop!.. Eşek meyhanede ne yapacak? Gazel bağıracak? Bırak ki orada eşekten beter zırtayanlar vardır. Fakat sözüm ona sanki onlar işte insandır. Eşekle bir ağaz olmak istemezler . Kişizadelikleri bozulur. .. Sen bu hayvana şimdi münasip bir yer bul. -Zo buldum. Bu eşek beni zorla şair yaptı. İşte onu çemenistana koydum ... -Gustosunda bir iş ettim sanorsun? Bu hayvan bül­ büldür? Yahut o çeşit şarkı bağıran bir kuş cinsindendir ki çimene koydun? -Koynuma alacak değilim ya ahbar? Elbette bir tarafa sığdıracağım ... Ben onu çayıra saldım. Nazik nazik öterek otlasın ... Şimdi bakalım şarkıda vezneyel tartıya sığmayan başka aygın laflar vardır? - T ulum peyniri, kaşar peyniri, bunları kilere yoksa dolaba koyacağız? -Onlar kolay, hiçbir yer bulamasam karruma korum. Biraz da ekmek olursa hıyar ile iyi kaçar ... -Agop zevzekliği bırak. Bu şarkıdaki koca eşek mide bozoor. Bu hayvanı ondan bütün bütün çıkarsak olmaz? -Şarkının kadrosundan dışarı edeceğiz? -He ... -Bu olamaz ahbar. Biz bu işi Artin Ağa ile çok düşün- dük. Artin'e merkebi laftan dışarı edelim dediysem bilirsin bana ne cevap etti? -Söyle ki bileyim ... -Eski Osmanlı şairlerinin merakıdır . Her şarkıya birkaç eşek bağlarlar. Bunun da birçok meselasını getirdi. Okuyayım da dinle: "Eşek" çeşmim hazretin/e bıngır bıngır ağlayor. Langa'nın bostan dolabı matem ile çağlayor. .. Sonra efendim: "Eşek,, e/emi çekme gönül nafile şeydir. ı Vezine, ölçüye. 5
{ "page": 10, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Ve Hep ah edip zırlarsın gönül "eşeğim, durmaz. Ve daha böyle eşekli beyider bin tane vardır. Hepsini bir araya toplasan koca bir kervan olur. Ahırlar almaz. Zo bu ne meraktır? Ne gustodur? Artin Ağa ile çok düşündük . Şairterin lafına hiç akıl erer ah bar? He rif anzarotu ı yutmuş. Kafayı tutmuş, fikrine her ne ki geldiyse laftır deyi meydana koymuş. Sen ben söylesek kimse kulak asmaz. Lafımıza on para veren olmaz. Agop'u Kirkor'u kim alır? Kim satar? Dinle beni ki biraz edep olasın. -İşte dinleyorum. Sen de lafa bir başladın mı kafa pat­ latırsın. Neyse devam ol... Dinleyorum ... -Artin Ağa'nın defterini başından dibinecek okuduk . Eski derin Osmanlı şairlerinin gustolarını aradık. Evvelki zamanın beyideri hep "divane aşık" "aşüfte karı" "kambur felek" ve içkilerden arak,2 bade,3 şarap; hayvanlardan eşek, bülbül, ahu, ceylan, yılan; çiçeklerden gül, sümbül, yasemin, lale ile doludur. Öyle şimdikiler gibi şampanya, gazoz, küra­ so,4 şartröz,5 viski, konyak, bira ve kokulardan kamelya, leylak, çayır kokusu, atkinson, 6 lüben7 filan bilmiyorlar. -Her zamanın şairi lafını vaktinin gidişine uydurur. İşte asıl kurnazlık da bundadır. -Şimdiki zamanede öyle dipsiz, kıyak derin şairler var imiş ki seksen kulaç aşağı insen lafın dibi bulunmaz imiş ... -Bu yenilerden fikrine hiçbir şey sındıramadın? -Bunların dediklerini kendilerinden başka kimse ağna- yamaz imiş ... Rakıyı. ı Pirinç ve şekerkamışından elde edilen bir tür rakı. 3 Şarap, içki. 4 (Fr. Curacao): Curacao adasında yetişen Laraha cinsi acı portakalın kabu­ ğundan yapılan likör. s (Fr. Chartereuse): Şartrö tarikatına bağlı keşişler tarafından üretilen bir Fransız likörü. 6 Atkinsons marka parfüm. 7 Eau de Lu bin marka parfüm. 6
{ "page": 11, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Artin Ağa ile siz bunları deftere çekip gustoya koysa­ nız olmaz? -He biraz uğraştık . Lakin bizim hesaba, bizim kantara gelmeyor. Bunların güfteleri bizim havalardan makam tut­ mayor. Akordaya 1 uymayor. Yalnız alafranga tona geleyor. Bu yeni şairlerin içinde öyle cakalı söz doğuranlar var imiş ki, Frenklerio meşhur şairleri Küsedir Müsedir, 2 Gogodur Hugodur,3 nedir? İşte bu kıyak herifler kabirierinden kalkıp da bu beyideri okuyacak olsalar haryan kalıp şaşarlar imiş ki acep bu lafları eden biziz yoksa Türklerdir? Ayırt edemezler imiş ... O kadar engine, derine varmışlar, diye oturmuşlar ... -Boş laf etme Agop. Bilirsin maymundan büyük ayı vardır. Dünyadır bu, her aygırdan daha aygın, her dipsizden daha dipsizi bulunur ... Engine çıkıp derine varıp da ne yapa­ caklar ki? Torik avlayacaklar? -Alıbar bu nazik işin içine bir de torik sokarsan eh altık laflar tuzlu lakerdaya döner. -Toriğe beğenmedin? Ne çeşit balık istersin? -Biçimsizleome zo. Böyle yüskek laf ederken toriğin, palamudun ne sırası vardır? Söyle bakayım Artin Ağa'dan geçtiğİn bu meyhane şarkısı hangi makamdandır? -Uşşak. .. -Uşşağa beğenmem . Aşağı havadır. -He ben de bilirim. Makamların aşağı takırnındandır. Bayağı şeydir. Fakat eşekli şarkıya da uşşak makarnı uyar. Öyle değil? -Ağır aksar4 daha yaraşıklı düşmez? -Sen her eşeği ağıraksar sanırsın? Mısır merkebi vardır ki beygiri ardında bırakır. -Zo divane olma. Mısır'ın eşeği Mısır'da gider. Sıcak hava ister. Çünküm elbisesi beyazdır. Buraya gelirse kulak­ ları önüne düşer. Türkçe bilmez; Arapça, İngilizce ağnar. ı Akorda. 2 Alfred de Musset (1810-1857), Fransız yazar ve şair. 3 Victor Hugo (1802-1885), Fransız yazar ve şair. 4 Ağır aksak: Türk müziğinde bir usul. 7
{ "page": 12, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
2 -Divane dedin de fikrime geldi. Hani buraya gelen o kaçık herif üç gündür gözükmeyor. Ne oldu acep? -Meraka kalma. "Kuryuğunu fikrine getiren tilkiyi görür" derler. Nerede ise bugün yarın zıp diye karş ımıza çıkar. -Be alıbar o herif ne biçim budaladır? Ağnayamad ım. Pek akıllı bir adam çalımı satmak ister ... -Zaten her divane böyledir. En en budalalar akıllı kurumu satarlar. Görünor ki bu herifin beyni üç yüz dir­ lıemi eksiktir ... -Herifin kafasını kantara vurdun ki dirhemiyle laf ediyorsun? - Zo o, sözün pelesengidir. Bir adama beş paralık aklı yok derlerse bu fiyatı daryenin2 estimatoru 3 koydu samrsın? -Eh uzatma be kardeş, biz yine divanemize gelelim. -He he laf yine oraya gelecek a. Bu divane şu oturdu- ğumuz mağara merdiveninin üst başından görünür. Ayağı­ nı birinci hasarnağa indirmezden evvel uzun uzun düşünür. Sağını atsın? Yoksa solunu? Buna bir türlüme karar vere­ mez. Düşünür, düşünür. Nihayet cebinden bir kitap çıkarır. Sanki o günümerdivenden hangi ayağını evvel atmak daha uğurlu olduğunu o kitapta yazıyor zannedersin. Efendim en nihayet büyük bir cesaretle adımını atar. Beş altı basa­ mak iner. Yine durur. Etrafına bakınır. Dinler... Dinler ... Sanki sanırsın ki boşluk içinden ona laf söyleyen haya­ letler vardır. Arpa içine dalmış kumru gibi düşünür. Mır ınır eder. Haydi babam bakarsın ki indiği basamaklardan telaşe ile tekrar yukarı çıkar. Yanlış bir iş etmiş olduğunu o zaman ağnarım . İşte böyle iner çıkar. Sabahleyin gelmiş ise müezzin hoca minarede öğleni bağırır. Seninki nihayet aşağı inebilir. Yine çakırkeyif sarhoş gibi yalpalanarak ı Okkanın dört yüzde birine eşit olan 3,207 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü. 2 Dairenin. 3 (Fr. Estimateur'den ): Gümrüklere dışarıdan gelen malların değerini sapta­ makla görevli memur. 8
{ "page": 13, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
etrafına tuhaf tuhaf dikiz gelir. Yine görünmez adamlarla konuşur. Ne dediğini işitmem. Yalnız dudakları oynadığını görürüm . Sonram bu mahzenin duvarlarında bir şeyler okur. Direkleri birer birer sayar. Ağnamak ister ki cümle alemin dediği gibi bin bir tanedir? Yoksa eksiği vardır. Kıyafetlerine bakılırsa akıllı sanılır bazı efendiler de bu hesabı benden sordular. Dediler ki: -İpekçi usta bu direkierin hiç hesabına oturdun? Bin birdir? -Dorgusunu söyleyim. Hiç saymadım. Anam bana dedi ki: "Agop sen Binbirdirek'te yeraltında çalışırsın. Sakın aklına uyup da direkleri saymayasın. Uğur değildir." Kırk yılda bir kocakarı sözü dinlemek lazımdır derlerse işte ben de dinledim. Saymadım. Zo ben bu direkierin çetelecisiyim? Gelen geçen sayısını benden sorar. İşte görünor ki üç yüz tane bilem yoktur. Yedi yüz biri nerede? Tevarihtel öyle yazoor imiş. Ağnadım ki tevarih denilen düzme kitapta çok boş laflar vardır. Gözlerimizin önüneki bu direkiere "bin bir" diye bir iddia kor ise gözlerimizin önünde olmayanlar için ne kantinler atmaz.2 Bazen buraya Yahudi tercümanlar­ la beraber seyyah Frenkler gelirler. Hepsi de önlerine birer kitap açarlar. Bu direkierin diplerini karıştırırlar. Ortalarını okşarlar. Tepelerine bakarlar ... Sonra kitabı okurlar ... Tercü­ ınana sorarlar. Yahudi onlara öyle martavaHar atar ki hoş­ larına gelirse avuçla bahşiş toka ederler) Bu bizim İpekçilik de bir zenaattır sankim? Vaktiyle neye Frenkçe öğrenip de tercüman olmadık? .. -O Yahudilerden hiç sordun? Evvelden burası ne imiş acep? -He sordum. Burası Ceneviz padişahlarının şarap mahzeni imiş ... -Vay köpoğlu herifler! Vaktiyle amma da şarap içmiş­ ler ahbar ... Tarihlerde, tarih kitaplarında. ı (Fr. cantine'den) Kantin annak (argo): Yalan söylemek, uydurmak. Toka etmek (argo): Vermek. 9
{ "page": 14, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Bunda içieri şarap dolu birkaç fıçı bırakmış olaydılar ... -Alıbar kaç bin senelik şarap. Yudumunu alan ah aman aman bağırıp devrilir idi. -Kirkor işin şurasını iyice fikrinde sakla ki buraya bir Frenk gelip de direkleri sayar ise bu hesabı boşuna yapmaz. Mutlak bundan bir avanta çıkarır. -Alıbar lafıma kanarsın? Bizim o divane dediğimiz herif de bu direkleri boşuna saymayor. Günün birinde bun­ dan koskocaman bir iş çıkaracaktır. Divane o değil. Biziz ... -Öyle ağnayorsun? -He ... Kirkor sesini indirerek etrafa meraklı bakışlarla: -Antika para? Yani eski "meskfırat "?l Mücevherat elmas? Ne çıkaracak acep? -Zo ben bilirim? -Bilmiyor isen bilmeye urğaşalım. Bu herif divane değildir de kendini aleme güya o tarzda yutturmak ister olmasın? -Düpedüz divanedir? Yoksam böyle gösteriş edoor. Kefş edemedim. -Bakalım yeri kazacak? Duvarı oyacak? Nereden mal çıkaracak? Biz de kurnaz olalım. İşin dikkatinde olmayor gibi duralım ... -Şimdilik bir yeri kazdığı yok. Yalnız direkleri okuyup, okuyup püf edoor ... -Eh bundan ne çıkar? -Ne çıkacağını göreceğiz ahbar. Aman aman Yahudi- ler duymasın. Onlar kurnaz millettir. Efsunu bu herif okur, defineyi Çıfıtlar çıkarırlar. Sonram bize karşıdan parmak yalamak kalır ... -He Yahudilerin kurnazlıklarını bilirim. Ben cahil kal­ dım. Fakat büyükbabam Bedros Ağa ulema2 bir adamdı. O, pek çok tevarih okumuş. Bize ağnadırdı ki Çemberlitaş ı Meskfıkat: Sikke haline getirilmiş madeni paralar, akçeler. 2 Alim, bilgin. 10
{ "page": 15, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
evvelden birinci boğumundan ta tepesine kıdar yekpare altın imiş. -Sahi diyorsun Agop? - Zo büyükbabam yalan söyler hiç? -Ben şimdiyecek işte bunu hiç duymamıştım. -Senin ne duyduğun var ki hımbıl... -Benim bildiğim Çemberlitaş dibinden tepesine kadar mor kırmızı bir kayadır . Bunun altını nereye gitmiş? Yahu­ diler aşırmış? -Patlama ! Sabrol. Ağnatacağım. -Aman çabuk et ... -Ta Yeniçeri zamanında Yahudiler bir gece herkes uyuduktan sonra Balat'tan kalkmışlar, Çemberlitaş'a gel­ mişler. Altınları erisin deyi Çemberli'nin altına kıyak ateş yakmışlar ... -Vay babasının canına be!.. Sonram? -Sonram efendim bir tılsım varmış. Onu bozamamış- lar. Ateşin hararetinden altın taşa dönmüş. Çemberli'ye dikkat edersin şimdi ... Yukarıdan aşağı kadar kahve tavası gibi is içindedir . -Bu işi eski Yahudiler etmişler? -He... Şimdikil erin büyükba balarının dedelerinin dedeleri ... -Yeni Yahudiler Çemberlit aş'ın altına bir ateş daha yaksalar taşı yine altına döndürebilirler acep? .. -Yeni Yahudiler tılsım işiyle uğraşmoorlar. Onlar mali- yeye, piyaçaya 1 sokuldular , altının asıl madenini buldular ... -Agop bu direkierin diplerinde çok altın vardır dersin? -Kim bilir? -Frenklerio kitaplarında buna dair ne yazılmış ki? -Ben ne çakarım ki ... -Buna dair olan asıl malumat divanenin kitabında olmalı ... -Benim fikrime de böyle geloor ... Piyasaya. 11
{ "page": 16, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Ah ah!.. Dur ... Geçen günü burada ben yalnız idim. Divane herif yine geldiyse ta şuraya, dibe, karanlığa gitti. Duvara bir şeyler yazdı. -Hangi dilden yazdı? -Hangi dil niyetine okur isen o çıkoor! -Öyle şey olur hiç? -He lafıma inan. Biraz Osmanlıcaya benziyor. Bir parça Ermeniceye andıroor. Rumcaya kaçıyor. Çünküm ben her dilden birkaç harf tanırım . -Bu lafların pek acayibime geloor. Şimdik sen bu yazı- lara okuyabilirsin? ---,-Ne kalın kafasın be ... He dedik a ... -Ağnat bana. Ne yazoor? -Kaf asaki pösteki gibi şeyler ... -Pöstekiden ne çıkacak sankim? -Türkler için pösteki büyük bir şeydir. Ne çıkarsa ondan çıkar. Pöstekiye çok ihtibarl ederler. Sokaklarda "ya dost" bağıran saçaklı derviş babalar yoktur? İşte onlar pöstekiyi sırtlarında taşırlar. Padişahlar, şeyhler hep ona otururlar. -Alıbar o saçaklı, pöstekili babalar "ya dost" deyi kimi çağırırlar? -Ellerine kim bir mangır verir ise onların dostu işte odur. Agop telaşla başını kaldırıp tekrar önüne bakarak yavaşça -Aman Kirkor! .. -Zo ne var? -Geloor ... -Kim? -İşte o divane ... Kirkor gözünün ucuyla merdivene bakarak: -He gördüm . -Kendisine baktığımızı hiç çaktırmayalım . Bakalım yine ne iş edecek. ı İtibaı; saygı. 12
{ "page": 17, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
- Gözümün bir ucunu ona diktim. Öbür ucunu yere verdim ... -Kurnaz ol. Tınmaz gibi dur. -Tınmaz kurnaz olayım? -Her işten evvel şimdi suspus ol. -Laf eder gibi yapalım ki bizim kendisinin dikkatinde olduğumuzu çakmasın ... 3 Gerçekten de merdivenin üst başında, koca fesi kubbeli bir sahan kapağı gibi kulaklanna kadar suratının yansını örtmüş, kır sakalı göğsüne inmiş, cübbeye benzeyen uzun, geniş paltosu topuklarını döven ve iri, yuvarlak puhukuşu gözlü bir insan karaltısı peyda olur. Ortaoyununda büyücü rolüne çıkar gibi esrarengiz tavırlar, sinsi sinsi bakışlada Binbirdirek'in koyu loşluklannı süzerek Ermenileri kurnazca incelemeye başlar. Kirkor pek yavaş: -Agop!.. -He ... -Dikkatli dikkatli bizedikiz edoor. -He görürüm ... -Ne edelim ki bizim onu gözetir olduğumuzun farkın- da varmasın ... -Şarkı bağıralım ... Bu iki delikanlı yüzlerini öbür tarafa çevirir gibi yaparlar . Hızlı hızlı elemgelerini çevirerek ikisi birden baso, primo bir ahenkle türküye girişirler: Aman aman hızdık Aman aman hızdık Topumuz da sızdık Topumuz da sızdık Ceviz içi badem de Şam fıstık ... 13
{ "page": 18, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Ermenilerin kendi tabirlerince tınmaz görünmelerin­ den emniyete gelmiş gibi bu esrarlı adam ağır ağır beş altı basamak iner. Durur. Göze görünmezleri görüyor, onlarla selamiaşıyor gibi tavırlar alır. Kah ince tebessümlerle gözleri süzülür, kah küçük bir dargınlıkla kaşları çatılır. Bir şeyler sorar ya da açıklar gibi hareketlerde bulunur. Bakanları meraka düşürmekten başka bir anlam çıkarılamayacak bir pantomim oynar. Agop daha pesten: -Bu herif zır divanedir? Yoksam bize kandırmak için böyle ed oor? -Ben bilirim alıbar ki ne halt edoor? -O kurnaz ise biz ondan daha atik olalım. Çaktırma- yalım. Ermeniler yine ezgili makamdan şarkıya girişirler: Zo ben do/ma yemem Afiye hiç gelemem Ben o lafı diyemem Edeptir söyleyemem Kız kozu kırdık İncir ile fındık Ceviz içi badem de Şam fıstık Sakallı yine etrafı efsunlamaya benzer süzgünlüklerden, püflerden sonra birdenbire bir şeyden ürkmüş gibi merdive­ nin indiği kısmını ters yüzü çıkmaya başlar ... Kirkor - Vay geçmişine be herif ürktü. Senden mi? Benden mi? Agop - Zo sus ol... Sakallı ufak bir duraklamadan sonra ağır ağır raks etmekle yürümek arasında deli gibi salmarak yine İnıneye başlar. Kirkor -Yine inoor ... Agop -Dur bakalım inecek yoksam yine birdenbire pişman olacak? 14
{ "page": 19, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Ermeniler yine başlarını öteki tarafa döndürür ler. Şarkı tuttururlar: Ben şakaya gelemem Edeptir söyleyemem Lambayı kıstık Ateş gibi kızdık Kız kozu kırdık Boğaziçi gerdan da Top fıstık Ziyaretçi, ipekçilerio kendiyle meşgul olmadıkianna kanaat getirmiş gibi merdiveni iner. Direkler arasından bu yeraltının doğu tarafına doğru yürür. Yere, havaya, önüne, arkasına, sağına, soluna aheste aheste göz gezdirerek dolaşır. Kirkor -Zo bu ne aroor böyle? -Hava ... -Bu koca dünyanın üstünde hava bularnadı da dibinde aroor? - Divane balkabağından olur sanırsın? Ziyaretçi birdenbire durur. Ermenilere doğru meraklı bir bakış fırlattıktan sonra şapşal paltasunun yan cebinden bir kitap çıkarır. Bir süre içinden okur. Direkierin aralarını adımlamaya başlar. Sağa sola zikzakladıktan sonra duvar ile zemini ayıran çizgiyi karışlar. Agop -Görürsün yere parmak parmak karış edoor. - Polise haber etsek acep? -Ne deyi? -Acayip tertip herifin biri Binbirdirek'in dibini par- ınakloor deyi ... -Availanma ah bar. Şu divane herif edepten dışarı böyle bir iş edoorsa bundan Binbirdirek'in larnusunal bir keder gelir sanırsın? - Bırak ki Binbirdirek de ardından kötü laf söyleome­ miş hayırlı bir şey değildir. Namuswıa. 15
{ "page": 20, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Zoneden? - Burası parasız hovardaların sevda yeridir. Ellerine geçerse buraya aşırırlar. Üstünden yağmur sızmaz. Altından çamur tutmaz ... - Hiç yerin dibinde hındıml olur ? -İki gönül birlik olduktan sonram samanlığın seyran- lık olduğunu bilmezsin? .. Bu aralık ziyaretçi duvara yaklaşır. Kurşunkalemiyle bir şeyler yazmaya başlar. Agop -Alıbar zevzekliğin lüzumu yok. Herif adım hesabını etti. Kitaba baktı. Yerleri karışa vurdu. Şimdi fikri­ ni duvara yazoor. Hep bunları boş iştir sanırsın? -Ey bundan ne çıkacak? -Cenevizlerin bunda gizledikleri bir define olmalı. -Zo böyle bir define var ise havaya bakıp da yere karış etmekle bulunur? - O kitapta ne yazoor bilirsin? Herif bu işleri kendi fikrinden etmoor. Kitabın tarifine, raconuna gidoor. -Bu herif paraları aşırmadan gidelim. Hükümete haber edelim ... -Sus ol hımbıl. Senin ceza daryesinde "sorgu hakimi" dedikleri o gözlüklü adamın karşısına hiç çıktığın vardır? -Çocukluğumda Viianka Bostanı'ndan 2 hıyar aşırdı­ ğım zaman beni karakala götürdüler . Hıyar yerine onda bir iki zorlu tokat yedim. Gözlerimden Çingene körüğü gibi alev çıktı. Hırsızlığa tövbe ettim. Bundan gayrı hükümetle bir alışverişim olmadı. -Bu iş çocuk iken hıyar yemeye benzemez. Sorgu hakimi insana lafıokıdar ince pamuk ipliğini ayırt ederek sorar ki karşısında cevaba duramazsın. Şeytani tarafından apukat3 tutsan işin içinden çıkamazsın. Bu işi hükümete ihbarlar isen sonram ne olur bilirsin? "Üçünüz ortak oldu- Çalgılı eğlence. 2 İstanbul Ycnikapı'da, Langa semtindeki Langa (Bizans dönemindeki adıy­ la Vlanga) Bostaru. 3 Avukat. 16
{ "page": 21, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
nuz. Binbirdirek 'in dibini açıp paraları çıkardınız. Üç paya ayırarak yuttunuz" derler. Altık senin işin yoğ ise: "Zo efendim bu herif yerden para çıkarma dı. Havaya baktı. Ortalık yere karış etti," deyi aman Allah çağır dur. İpekçiler böyle çekişirken o acayip ziyaretçi besbelli o günkü araştırmasını tamamlayıp kitabı cebine kor. Bir gözü yerde, öteki havada, adımını atmak için ayağını her kaldırışında basacağı noktayı güçlükle bulur gibi tereddüt� ler içinde, dandini tereleili garip bir yürüyüşle çıkar gider. İki İpekçi bu ecinJil bozması sakallının Binbirdirek'i böyle merak verici ziyaretinin sebebi hakkında derin derin sorgulayıcı bakışlada bakıştıktan sonra Kirkor der ki: -Ben bu herife bir lağap koyayım? -He di bakalım. -Binbirdirek teatorosunun 2 kavuklusu. -Biz de orkestrası. Öyle değil ? .. -Bu salak ihtiyar kıyak bir oyun edecek ama bakalım ne vakit? İki delikanlı merdivene gözlerini dikerler. Herifin çekil� diğine kanaat getirdikten sonra onun dolaştığı yerleri adım adım araştırma ya, incelemeye başlarlar . Yeri adımlarlar . Duvar diplerini karışlarlar . Fakat merak ve şüphelerini gidermeye yarayacak bir emarecik bulamazlar. Nihayet duvarları dikkatle gözden geçire geçire ziyaretçinin yazıla� rını bulurlar. Fakat bu yazılardan bir anlam çıkarmak bu iki cahil İpekçinin harcı değildi. Bundan hiyeroglif ve çivi� yazısı gibi eski yazıları çözüp okumak için bıkıp usanma� dan çalışan uzman alimierin bile bir mana çıkarabilmeleri mümkün görünmüyordu. Bu yazılar, tılsım yahut tılsımlı dua veya garip bir cebir hesabının bilin meyen işaretlerine benzer beş pençe, kaz ayağı, anahtar dili, tarak, tabanı havaya kurulmuş çadır, Ecinni, cin. 2 Tiyatrosunun. 17
{ "page": 22, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
birçok eğri, kırık, enine boyuna çizgiler arasında boru kef'leri, he'ler, vav'lar, kargacıklar, burgacıklar, İbrani harflerine, Süleyman'ın mührüne, akrebe, yılana, yengece, alıtapota benzeyen tuhaflıklardan oluşuyordu. En okunaklı yazıları okumakt an aciz bu iki İpekçi çırağı, gözleri önündeki bu zor harflerin çözümünün sırrı kendilerine doğaüstü manevi bir kuvvet yardımıyla ilham edilerek meydana çıkarılacakmış gibi boş bir ümit ile hayli müddet hecelemeye uğraştıkt an sonra Agop: -Zo bir şey çakabildin? -Bu pek derin bir işe benzor ahbar, bundan ne cinci hoca bir şey ağnar, ne papaz, ne de babam ... -Vay? .. -Vay ya ... Ne sandın ki? .. Sen bir şey çaktınsa söyle ... -Avalım sustu. Buna işmarname l derler. -Ne ki işmar edoorsa ağnat bakayım. -O kaz ayaklarını görürsün? -He ... -İşte onlar yavaş yavaş gelooruz demektir ... -Zo Agop fikrine haryan oldum. Daha ne diyor? -Şu yengeci gördün? Yılanın kuryuğunu ısırmaya gidoorsa, yılan da hırsianarak dönmüş ona dikiz edoor. -He fakat bundan ne çıkar? -Zo bu işaret: "Ensemden gelirseniz size sokarım ... " demektir ... -Alıbar kıyak zarafetsin... Şu kaplumbağadan ne marifetli laf çıkaracak sın? -Bundaki definenin tılsımı kaplumb ağadır. "Buraya bu hayvanın kanını akıtır iseniz tılsımın uçkuru çözülür" manasınadır ... -Bu define bir don içinde duroor ki uçkuru çözülsün ? -En kıyak defineler don içinde saklıdır. -Boş laf etme ahbar, şimdi don modası geçti. Bütün mallar meydandad ır. İşmar: işaret. 18
{ "page": 23, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
İki ipekçi bu meçhul işaretierin önünde böyle garıp iddialarla akşamı ederler ... 4 Ebulfazl Enveri simya meraklılarından müteveffa Nas­ rullah Efendi'nin oğludur. Hobyar semtinde, geniş bahçe ortasında, mahzenli, bostan kuyulu, dehlizli, musandıralı ı bir konakta büyüdü. Tarif ederler, eski zaman alimlerinin çocukları varmış. Lazımlıkta otururlarken kendi vücutların­ dan fışkıran bir gürültüden korkarak: -Anneciğim ... Dadıcığım!.. Oturak bana bom dedi ... feryadıyla kaçarlarmış. Enveri işte bu neslin parlak numu­ nelerindendir . Koskoca oğlan iken uçkuru göğsünün üze­ rinde düğümlenmiş bir don, başında kulaklarının yansını örten bir pamuklu takke, elinde değnek, daima harem safa­ larında topaç çevirir, selamlığa bir misafir geldiğini görse mabeyin 2 kapısından dilini çıkarıp "öö" der kaçar ... On altı yaşında ancak "Vezzariya ti"ye3 çıkar. Yirmi beş otuzunda hala adına çocuk denir. Dadısız ayakyoluna, lalasız sokağa gidemez, gitse de iki mahalle aşırı bir yerde kaybolur . Ken­ dinin nerede olduğunu kestiremez. İsmini sorsanız cevap vermeye utanır. Vücudundaki bazı organların adını bilmez. Gerdeğe girdiği gece yenge kadının verdiği talimatı ders gibi harfi harfine ezberler. İki kelimesini unutsa nasıl hare­ ket edeceğini şaşırır. Ellerinde kılavuz kitaplarıyla seyahate çıkan turistler gibi gerdek aleminin en heyecanlı sırlarına, yabancı bir elin yol göstericiliği sayesinde erer. Kadına ilk sarıldığı zaman babasından öğrendiği duayı okur. Cumartesiler uğursuzdur . Salı günü işe başlamaz. Ayın son çarşambasını sayar. Muharremin onuna kadar az su ı Eski konaklarda odaların kapı tarafındaki duvariarım boydan boya kap­ layan gömme dolap, yüklük. 2 Eski konaklarda harem ile selamlık arasındaki daire. Vezzariyat Cüzü: 30 cüzden (bölümden} oluşan Kuran'ın 27. cüzü. ı9
{ "page": 24, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
içer. Kurban bayramlarında kesilen hayvanların kaniarına parmağını batırır, damga gibi alnının ortasına basar. Cinler­ den, perilerden, şeytanlardan ödü kopar. Çarşamba karıla­ rından, ı karakoncoloslardan 2 titrer. Pederi Nasrullah Efendi'nin konağında kimyahanesi ve gece gündüz işler kimyagerleri vardı. Hazırlanış şekilleri ve bileşimleri büyük sır sayılan değerli taşlar eritilir, alaşımlar yapılır, potalara dökülürdü. Nasrullah Efendi altın bileşimiyle, her derde deva olan ve insan ömrünü sonsuza kadar uzatan şimşirik taşını3 yahut "Büyük İksir"i bulmaya uğraşıyordu. Sırrın korunması için yeraltı mahzenlerinde çalışan kimyager ierin sakalları ağarıyor, senelerden beri ocaklar yanıyor, potalar kaynıyor , Efendi'nin bu sırdaşları dunnayıp çalışıyorlar , fakat ne altın imal edilebiliyor, ne de her derde deva Büyük İksir bulunuyordu. Kimyacılar pek uzun senelerle süren bu başarısızlıklarından yılmayarak ve araştırma usullerini değiştirmeyerek aynı tarzdaki uğraşiarına devam ediyor­ lar. Daima Hintli bir dervişin kerametli ağzından işitilen düzenekler , eski kitaplarda görülmüş bilmece tarzı bileşim esasları üzerine gidiyorlar . Doğudan, batıdan, güneyden sırtları pöstekili, elleri teberli,4 lüle lüle uzun kirli saçlı gezginler gelerek Nasrul­ lah Efendi'nin evinde konaklıyorlar. Dağarcıklarından, keşküllerind en5 çıkardıkları kuru bitkileri, iksirleri, değerli taşları, tozları, hediyeleri, altından pahalı değiştokuşlada ev sahibine güya bağışlıyor lar. Potalar altından değerli kimya­ sallada doluyor. Fakat mümkün değil altının bileşim sırrına erilemiyordu. Saçı başı karmakarışık, üstü başı özensiz kadın. ı Çocukları korkutmak için kendisinden söz edilen, gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet. "Çamçırak" adıyla da bilinen efsanevi taş. 4 Bazı dervişterin taşıdıkları sapı uzun, keskisi ayça biçiminde, küçük ve hafif balta. Gezici bazı dervişterin ve dilencilerin ellerinde tuttuktan, hindistancevizi kabuğundan, metalden veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı. 20
{ "page": 25, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Nasrullah Efendi'nin hemen hemen ümitsizliğe düşeceği sıralar oluyor, lakin yine dünyanın bir ucundan omuzları ceylan derili, cezbeli, salkım saçak, keramet ve sır dolu bir derviş meydana çıkıyor, yeni bir şevk ve gayretle işe başla­ yacak açıklamalarda bulunuyor. Bu çeşit kimyayla uğraşanlara göre madenler, cevher maden ve ham maden olarak ikiye ayrılır. Cevher maden ısıyla temel özelliklerini kaybetmeyenler, ham maden yahut madene benzer ise ısıyla özellikleri değişenlerd ir. Ham maden cevher madenle temas ederek gelişebilir. Bu iki türe ait madenierin hepsi de aynı esaslara göre oluşmuş bileşik cisirnlerdir. Her maden, madenierin en asili olan altından -onların fikirlerince- içerdiği kükürt ile cıvanın az çok kabalıkianna göre uzaklaşır . Bunların değişmesi, kükürt ve cıva üzerine üzerine yapılan işlemle mümkün olabilir. İkinci usul de madenieri tamamen altına boyamaktır . İşte bu yolla altın tozu bulunduktan sonra "iksir-i azam" keşfolunacak tır. Derviş Cebeli'ye göre yetmiş bin türlü bit­ kinin içinde yalnız bir çeşit ot vardır. Zaten bitkiler, madenin büyüyebilir hale gelmiş cinsidir. Aslında hepsi birdir. Bu ot topraktan altın özünü süzüp emerek yetişir. Sıcak ve ılıman bölgelerde bulunur. Fakat asıl büyüyüp geliştiği yer "Bezm-i Elest"l Dağı'nda Hüthüt2 Yaylası'dır. Türlü renk ve şekilde yetiştiğinden kerametle bulunabilir. Fakat bu "Bezm-i Elest" Dağı Asya kıtasının neresindedir? Dervişin bu coğrafi açık­ laması pek karışıktır . İçinden çıkılmaz. Bu altın bitkisinin Hıdırellez gecesi gün doğmadan sabaha karşı koparılan­ ları makbuld ür. Bu ottan yiyen hayvanların etleri, yağları, kemikleri altın gibi sararır. Bazı kasap dükkaniarında böyle altuni renk almış koyunlar , sığırlar görülür. Bu etler yedi türlü hastalığa devadır. Demir, kalay, cıva, kükürt hep bir arada eritilip bu ottan yeterli miktarda eklenirse altın külçe­ leri meydana gelir ... Elest meclisi. Allah ile yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabir. 2 Çavuşkuşu, ibibik. 21
{ "page": 26, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Bu nebatın dirhemi altından pahalıdır . Fakat her eri­ tişte ya bir abdestsiz elin temasından veyahut eritenierin kalplerine fenalık ve sapkınlık gelmesind en işe şeytan karışır, bileşim bozulur. Potadaki alaşımda altından eser görülmez. Ebulfazl Enveri böyle bir evde ve bu zihniyette bir baba­ nın terbiyesi altında yetişmişti. Nasrullah Efendi merhum, altının terkibini bulmak için bütün altınlarını harcamakla beraber yine oğluna geçinecek kadar bir miras bıraktı. Lakin zavallı Enveri bu küçük servetle beraber babasının deliliğinin büyük bir kısmını da miras olarak aldı. Merhum­ dan kalan kütüphanede akılları zıvanalarından çıkararak okuyanları gülünç delilikiere sevk edecek ne cilder vardı. "İlmü'l-Kehane" ,ı "İlmü'l-Havass " ,ı "İlmü'r-Rak­ y" ,3 "İlmü'l-Azaim" ,4 "İlmü'l-İstihzar" ,s "İlmü'd-Da­ vetü'l-Kevaki b", 6 "İlmü'l-Gal aktıyrat", "İlmü'l-İhfa ", "İlmü'l-İhtiyarat ", "İlmü'l-Kur' a", 7 "Kitab-ül Tecarü­ bü'l-Arab", 8 "Müsellesat-ı Ibn-i Mahfuf'? "Kitabü'z-Ze­ nani", ı o "İlm-üt-Tayretü ve'z-Zecr ", ll vb. En veri'nin ilim ve irfan dolabı asırların tozları altında uyuyan bu kitaplada doluydu. Ebulfazl Enveri için bu dünya yüzünde gerçekleşen her hareketin uğurlu uğursuz olmak üzere iki manası vardır. Rüzgarın uğul tusu, ağaçların hareketi, bir kuşun ötüşü, kapı gıcırtısı, köpek havlaması ve bütün bu türlü sesler, hareketler hayır veya şerden haber veren birer faldır. İnsan uğursuz­ luklardan kaçıp rahat yaşayabilmek için tabiatın bu uyarı- ı Kehanet, gaipten haber verme ilmi. 2 Manevi tesiı; efsunlama, büyücülük ilmi. 3 Yükselme ilmi. 4 Kötü şeyleri def etmek için yazılan dualar ilmi. 5 Ruh çağırma ilmi. 6 Yıldızları davet ilmi. 7 Fal açma ilmi. 8 Arap Tecrübeleri kitabı. İbn Mahfuf'un üçgenleri. ıo Kadın kitabı. ı ı Uğur getirme ve uğursuzluğu kovma ilmi. 22
{ "page": 27, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
larını aniayarak her eylem ve hareketini "uğur" çerçevesine uydurmaya çalışmalıd ır, aksi halde mahvolur , perişan olur ... Enveri yatakta gözlerini açınca sabaha mahsus duayı okur. Sağ tarafından kalkar. Evvela sağ adımını atar. Her eşyanın herhangi bir yere konması sırasında gözetilecek uğurlar, uğursuzluklar vardır. Kulplu, köşeli şeyler hep kıbleye çevrilecek, maşa hiçbir vakit dikliğine konmayacak, tencereler, leğenler yüzüstü kapatılma yacak, odalarda, mut­ fakta eşyanın yerleştirilmesi öyle özel bir düzen ve kanuna tabidir ki her ne zaman bunun aksine hareket edilse evin efendisi buna göz yumanın başına kıyametleri koparır. Her işin dakika ve sanİyesiyle günü, saati gözetilir. Bazen en acil işler uğurlu saatine denk gelememesinden dolayı haftalarca, aylarca ertelenir . Enveri sabahleyin merdivenin sağ tarafından ve her adımını uğur getirme ve uğursuzluğu kovma kurallarına uydurarak iner. Sokak kapısından çıkarken bereket duasını okur. Sağına soluna üfler. İlk bakışta köre, topala, çolağa, kısacası sakat bir malıluka rast gelirse uğursuzluk sayarak titrer. O günü en acil işlerini terk eder ... Enveri ölmüş pederinden birkaç derece daha fazla aptal olduğu için uzun bir sehat ve kimya unsurlarıyla mücade­ leye ihtiyaç gösteren altın üretme işine merak salmadı. O, tılsımiara kapıldı. Bazı şeylerin uğursuzluklarının birtakım efsunlar ve tılsımiada giderilebileceğini kitaplarda okudu. Muskaların, taşların, toprakların, otların, kısacası bütün her şeyin tılsım özelliklerini inceledi. Bütün dertleri, fela­ ketleri, belaları kovan ve hayırlar, uğurlar, mutluluklar getiren tılsımlar buldu. Kolera, veba, kuduz gibi korkunç bulaşıcılıklarıyla ilim ve fen alemini sarsan en büyük bela­ lardan, bir kağıt parçasının üzerine "aşık yolunu şaşırdı", "endişe", "ahtapot", "su yolu", "beş pençe" gibi gülünç şekillerle birkaç kargacık burgacık çizmek ve bu tılsımı üzerinde taşımakla bağışıklık kazanılacağı inancına kapıldı. Ve bu inancını pek ileri götürdü. Mesela her işte başacıya ulaşmak ve düşmanlarını yenmek, hırsızlardan korunmak, 23
{ "page": 28, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
sokakta kazaya uğramamak, denizde boğulmamak, yan­ gında yanmamak, zehirlerden etkilenmemek için üzerinde taşınacak birer tılsım vardı. Bu tılsımiara sahip olduktan sonra hekime, ilaca, sigortaya ve akla gelebilecek tehlikele­ rin hiçbirine karşı önlem almaya lüzum kalrnıyordu. Çünkü resim sanatında pek acemi, sersem bir kafanın garip resim­ lerine benzeyen o şekillerdeki düz, kesik, eğri çizgilerin, noktaların, dairelerin, açıların her biri, burçlarla, yıldızlarla, astronominin akıl almaz sonsuz sırlarıyla ilişkiliydi. Tılsım ve efsun ilminde bu araştırmaları esnasında niha­ yet Enveri'nin eline Kostantiniyye'dekil bütün tılsımlı defi­ neleri haber veren bir kitap geçti. Bu pek mühim eser eski Rumcadan Arapçaya ve sonra Türkçeye çevrilmişti. Enveri bu kitabın her sayfasını hafızasına nakşederek okuya okuya o zavallıcık yarım aklını da bütün bütün kay­ betti. Keşfetmesi zor yerlerde gömülü bu hazinelerin melek­ lerden, cinlerden, şeytanlardan bekçileri vardı. Tılsımnamenin ibareleri gizli işaretler, istiareler ve sim­ geleele çözümü pek zor bir şifre biçiminde yazılmış oldu­ ğundan anlamak için ilham ve keramet gereken satırlarda biçare Enveri çok zorluk çekiyor, bir anlam yaraştırıp uygulayıncaya kadar beyni ve kanı vücudundan sızarcasına terliyordu. Bu kitap, on iki burca karşılık gelecek şekilde on iki bölüm olarak düzenlenmişti. Kutsal meşalelerinden yarar­ lanmak için derin şeyhlere başvurdu. Bazıları yine simgeleele cevap verdiler. Ve bazıları kitapta yazılanları uygulamaktan çekindiklerini söylediler. Çünkü bazı defineleri tılsımdan kurtarmak için insan kurban etmek lazım geliyordu. Niha­ yet Enveri kendi kendine meseleyi çözmek için uğraşmaya karar verdi. Birçok istihareye 2 yattı. Yarı hayal dünyasında yarı gerçek dünyada, yedinci bölümün bir kısmını, kendi aklınca aydınlatmayı başardı. ı İstanbul' daki. 2 Bir işin hayırlı olup olmayacağını görülecek rüyadan çıkarmak amacıyla abdesr alıp dua okuyacak uykuya yatma. 24
{ "page": 29, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Hazine Edirnekapısı'yla Topkapı arasında gömülü, fakat anahtarı Binbirdirek'te bulunuyordu. 5 Ebulfazl Enveri inceleme ve araştırmalarını tamamla­ mak için Binbirdirek 'e devama başlar. "Sağdan üçüncü sıra sütunun doğu yönündeki bitiminde, kemerin duvarla bir­ leştiği bizada güneyden kuzeye doğru yedi karış saydıktan sonra dikey yönde üç adam boyu yükselince duvara gömü­ lü bir haça rastlanır . İlk bakışta bu haç fark edilemese de duvarın o noktadaki yüzeyi keser gibi bir aletle kazınınca şekil mutlaka meydana çıkar. Haçın kesişme noktası mer­ kez alınarak, yine yedi karış çapında bir daire çizilmelidir . Bu daire içinde Yunan harfleri ve özel işaretlerle definenin anahtarı görülür. Gereği yerine getirile ... Definenin hicri on dördüncü asır başlarında bir Müslüman'ın eline geçeceği müjdelenmiştir" deniliyordu. Ve daha şu garip açıklamalar vardı: Bu tılsımın etra�nda daima iki melekle iki şeytan dolasır . iblisler melek lerin uyanık olmadı kları bir zamanı gözetleyerek hisıma ulaş ma �rsah kollarlar. Lakin melekler her an uyanık tırlar. Definenin gerçek sahib i olacak Müslüman ortaya çıkınc aya kadar seytanlarla müc adele ederek hazinenin ait olduQu kişiye teslimine yardım edeceklerdir. Lahur ve Mahur ismindeki bu iki melek insano glu şeklinde ve insani bir işle meş gul görünürler. Şeyt anlar Kekre ile Mekre adında olup insan, hayvan, türlü şekil ve kılıga girerler ... Binbir direk'teki şifre halledilip Edirne ve Topka pılar ı arasın ­ daki yere gidil ince isaret olunan mevk ide uzunlugu bir ersından 1 aşag ı olmayan bir yılan, yesil, sarı, siyah renkte üç akrep, bir kaplumb aga, bir kurbogo öldürü lerek def ineyi tutan tılsım bozu­ lacak ... *** Eskiden kullanılan ve yaklaşık 68 samimerreye eşit uzunluk ölçüsü. 25
{ "page": 30, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Yine bir gün Agop ile Kirkor o büyük Bizans su sar­ mcının direkleri arasında kalın kemerlerde yankı yaparak pümeşe türkü söyleye söyleye elemgelerini çevirmekte iken yarenliğe giriştiler. Agop- Anamız babamız bizi vaktiyle mektebe verdiler. Okumadık. Böyle cahil cühela kaldık. Kocakarı sepetime yemek, ekmek kor idi. Moruk da elime gündeliğiınİ verirdi. Ben sokak kapısından çıkıp köşeyi dönünceye kadar da ensemden bakarlar idi... Ben mektepten evvel viraneliğe giderdim. Orada birkaç haylaz ile daha birleşir, çukura fın­ dık atar idik. Ne tatlı oyun idi. -He viranedeki çukur oyunları çok tatlı olur idi ... -Alıbar geçmiş zaman. Lafı pek derine götürme. Viraneliği, çukuru geç. Çocukluğumuzu, gizli oyunlarımızı aklına getirme ... -Korkma. Korkma, seni utandıracak laf etmem. Ben sözün söylenir söylenmez taraflarını bilirim ... -Bu kalın kafam mektepte okunan şeylerin hiçbirini içine almazdı. Bize ders deyi birtakım martavaUar ağnatır­ lardı ... -He he bilirsin bir gün coğrafi dersinde hoca ne dedi? -Ben dinlemez idim ki ne dediğini bileyim. O dırlanır- ken ben sıranın altından sinek av lar id im ... -Bu dünyaya fen kelamıncas "kerata-i arz"l derler ... Koskocaman, yusyuvarlak, dev bir yumurtad ır. Topumuz da işte yumurtadan doğmuşuzdur . -Alıbar ağzını topla ... Biz çapkın, bıçkın, cenabet şeyler isek de içimizde aziz insanlar da vardır. Hepimizin bir keratadan doğmuş olmamız lamusa dokunur bir laftır .. . -Eh haydi canım her lafta lamusla ırza parmak atma .. . Hoca demezden evvel topumuzun da yumurtadan çıkmış olduğumuzu bilmiyordum sanırsın? Kirkor Ebulfazl Enveri'nin duvara çizmiş olduğu karga­ cık burgacıklara, kaplumbağalara bakarak: Küre·İ arz: Alem, dünya. 26
{ "page": 31, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Agop!.. -Hamme ... ı -Kaplumbağa da yumurtadan çıkar? .. -Her şey ondan çıkar dedik a ... -Sen kaplumbağanın "istuvar"ını2 bilirsin? -İşitmemişim ... · -Ben büyükanamdan dinledim ... -De ki ben de işiteyim ... -Kaplumbağa evvelden insan imiş ... -Laf deyi durmuş karşımda, ne martavaHar zırlıyorsun? - Zo dinle ... Hem insan hem de zenaat sahibi imiş. -He söyle köpoğlu ne iş tutmuş? - Hamurcu imiş. Büyük bir günah etmiş, Asfas3 hamur teknesini sırtına yükJeterek onu kaplumbağaya çevirmiş. Çayıra salıvermiş ... -Yaralıbirn günahı ne imiş acep? Okkalığa eksik hamur koymuş ? - İşte öyle bir iş etmiş ... -Haksızlık edenleri Asfas böyle birer birer çarpmadık- tan sonra bu dünya düzelmez. -Fakat çok defa olan kıyak haksızlıklara hiç tınmoor ... -He ama onun sebebi var ... -Nedir ki? -Cenab-ı mevlam bizi Hamid zamanının istibradın- dan4 kurtarıp da cümlemize Mecnuniyet5 ihsan buyurduysa altık aranızda kanun koyarak idare olunuz, dedi. Kendi karışma dı. - O ki karışmadıysa işte böyle olduk ... -Ne olduk ahbar? Belkim bir işiten olur. Hamid gittiy- se onun yerine idare-i öfliye6 geldi. (Erm.) Efendim! Buyur! ı (Fr. Histoire) Hikayesini. (Erm. Astvaz) Allah. 4 İstibdadından. Despotluğundan. Meşrutiyet. Anayasal monarşi. 6 İdare-i örfiyye. Örfi idare. Sıkıyönetim. 27
{ "page": 32, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-He ağnaşılıyor ki bu da pek zorlu bir merettir. Lakin nerede oturur? Daha suratını görmemişim ... -Bahtlısın ki görmemişsin ... Görenlerin akılları artla­ rına kaçoor. -Çüş senin aklın dediğin yerdedir? Söyle kendi kendine oraya kaçtı yoksam sen kendi elinle koydun ... -Şimdicek bu lafları bırak ... Kaplumbağamıza gelelim. -He fakat sen lafı uzattın. Kaplumbağa evvelden hamurcu imiş. Zo neme gerek? Sana zenaatını soran vardır? Çocuk iken bu masalı koca ninen fikrine koymuş ise sen de halarn onu oradan çıkartmamışsın ... O esnada merdivenin üst başından mahzcnin loşluğu içine dökülen aydınlığın ortasında bir gölge sallanır. Birkaç saniye sonra Ebulfazl Enveri uzun sakalı, narin endamıyla boylu boyunca görünür ... Adımlarını biraz hoplar gibi ata ata, her basamakta sağına soluna eğilip dinlenerek deve yürüyüşüyle inerken Agop: -Kirkor!.. Gelor ... -He görmüşüm tınma ... Güya gelenin hiç farkında değillermiş gibi elemgelerini çevirerek türküye başlarlar: Biz panayıra gittik Ah ne iştir ki ettik Mumu şamdana diktik Zo bayı/dık da bittik Kefleneliml gülelim Bu yaza evlene/im Gel çıkalım yokuşu Hıyardan olur turşu Kuryuk sallayan kuşu Deniz deryaya karşu Öt ki keflenelim Bu yaza evlene/im ı Keyiflenelirn. 28
{ "page": 33, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Enveri o acayip, garip salıntılı yürüyüşüyle dalgın dalgın Ermeniterin yanından geçerken: Ayın ve mim ve dal kim çeşm ü dehan ü zülfüdür Dil havass-i aşka bu üç harf/e eyler amel 1 Tılsımlı kemere doğru yürür ... Agop-Ustamıza küfretti? Babamıza sövdü? Anamıza hıyızlandı? Ne etti? Ağnadın? -Ayın, mim, dal okudu ... -Sonram? -Çeşmeye gitti ... -Daha sonram? -Harflerle bir şey yaptı ... -Kıyafeti efendiye benzer ama ağzı bozuk terbiyesizin biridir ... Enveri işaretparmağıyla birer birer direkleri saymaya başlayarak: -Araştırmacılara göre tarihlerde yazılı olan sayı iki yüz yirmi dörttür. Fakat gelgelelim ben sayıyorum sayıyorum iki yüz yirmi yedi çıkıyor. Üç fazla ... Ben miyim yanılan tarih mi? Çift sayının teke dönmesinde daima uğursuzluk vardır ... Kirkor-Vay babasının canına be! Bu herifin önüne bir pösteki koysan kıllarını sayacak. -Alimler hep böyledir. Bir incir yerlerse çekirdeklerini hesap ederler ... - Zo şu kadar vakittir ki bunun burasında iplik büke­ riz ... Hiç bu direkleri saymak, bunlar ile "tek mi çift mi" oynamak fikrimize geldi? -Ben bu herif ile laf edeceğim ... -Zo divanelik bulaşır deyi korkmaz sın? -Bulaşırsa bulaşsın be... Bu karanlıkta oturup iplik kıvırmadansa Toptaşı'na2 gider, divane kardeşlerimizle hep Ayın, mim ve dal [harAeri), [sevgilinin) gözü ve ağzı ve zülfüdür 1 Gönül bu üç harAe aşk büyüsü yapar. 2 Üsküdar, Toptaşı'nda 1873-1927 yılları arasında faaliyet gösteren Toptaşı Birnarlıanesi (Akıl Hastanesi). 29
{ "page": 34, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
beraber opera bağırırız. Şimdicek bu kederli dünyanın sefası yalnız tımarhanelerde kaldı ... Agop, Enveri'ye yaklaşarak: -Efendi Baba!.. Enveri derin bir dikkat, süzgün bir tebessüm, ağır bir telaffuzla: -Vay evlat!.. -Siz bu direkiere sayıyorsunuz? - Evet ... Evet ... Lakin tarihte yazılmış olan adet 224 iken ben her sayışta 227 buluyorum. Hesabı düzeltmek için şimdi bu üç fazla direği nereye koyacağız ? Agop'un hayretten gözleri büyüyerek: -Efendim bırakınız yine yerlerinde dursunlar. Bu koca direkler nereye konur ki? Ebulfazl Enveri kabararak: -Olmaz!.. Ya tarihi düzeltmeli veya direkierin adetle­ rini azaltmalı ... -Efendim vaktinde hocam bana tevarih denilen kitap­ larda çok yanlışlıklar olduğunu söylemişt i. Bu yanlışlıklar kitaptan kitaba geçiyor imiş. Bundaki direkierin 224 oldu­ ğunu yazan tarihçi buraya gelip de direkleri sayarak yazma­ mış, başka bir tarihte gördüğünü kendi kitabına geçirmişt ir. Kirkor -Durunuz ki ben de diyeyim... Bu işe dair kıyak malumatım vardır ... Benim iralımedi büyükbabam Pisamatyal Mektebi'nde "istorya"2 hocasıydı. Mahrum 3 bu direkierin sayısını tevarihte iki yüz otuz görmüş olduğunu söylerdi. .. Enveri -Hah evlat doğru haber sende ... İşte bu doğru. Çünkü sütun dikimi ve mimari simetride tek adet olmaz ... - Ben mimari tenavüJ4 etmedim. Bilmem ... Büyükba­ bam yetmiş beşinde geberdi. O yaşacak kimse onun ağzın­ dan bir yalan işitmedi. (Yun. Psamatia) Samatya. ı (Yun. Historia) Tarih. 3 Merhum, rahmetli. 4 Tedarüs: Okumak, eğitimini almak. 30
{ "page": 35, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
- Şimdi bu altı direk buradan nereye kayboldu? Kirkor -Efendi hırsızlar çoğaldı. Çalmışla rdır. Cami­ lerden birer birer halıları, seccadeleri, çinileri aşırıyorlar . Böyle giderse bir gün bakacaksınız ki, Ayasofya'nın yerinde temelden başka bir şey görülmeyecek, Rumlar da dertten kurtulacaklar siz de ... Enveri birdenbire sözü keser. Gözlerini baygın baygın uzak loşluklara diker. Silik bir hatırayı davet eder gibi alnını okşayarak tılsımlı duvara doğru yürür. Agop şaşkın şaşkın arkadaşına bakarak: -Bu herif zırdeli!.. Yine aklına ne geldi? - O bizimle laf ederken derinlere bakoor. Gözlerine başka şeyler gözükoor ... -Zo bu Binbirdirek'in dibinde şimdicek bizden başka kim var? -Ah bar ötekiler sana bana görünmezler . Yalnız divane­ lere işaret verirler ... -Ne ise biz bu herifin kafasına göre gidelim. Bize her ne ki söyler ise "He" diyelim. Belkim beş-on kuruş öne bakar ... Enveri üçüncü sıra sütunun doğu ucundan ve kemerin duvarla birleştiği hizadan, güneyden kuzeye doğru karışla­ maya başlar. Sonra ayaklarının ucuyla yükselerek yukarıda bir şeyler görmeye uğraşır ... Duvara tırmanmak ister gibi bu hareketleri tekrar edip dururken: Agop- Bu herif onda ne edoor ki? Kirkor -Kedi ciğere bakar gibi tavanda bir şeye atıl- mak istoor ... -Tavanda ne var ki? -Hiç canım. Belkim birkaç örümcek, börtü böcek ... -Yardıma gitsek hoştanır acep? -He bir deneyelim bakalım. Bizi kovacak? Yoksam gittiğimize hoşlanacak ? .. İki Ermeni delikaniısı tuhaf birer yüz buruşukluğu ve yampiri bir mahcubiyetle Enveri'ye yaklaşarak sahibine karşı küçük ve kısık sesini çıkaran köpek yaltaklanmasıyla: 31
{ "page": 36, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Efendi Baba hizmetimize kabul ederseniz yardıma geldik ... Enveri birkaç adım geriler. Loşluk içinde baykuş gözleri gibi parlayan iri, yuvarlak gözlüklerinin altından bakarak Arapça birkaç cümlelik bir dua okuduktan sonra: -Yardıma mı geldiniz ? Ruhunuzu bana teslim ediniz ... Ermeniler şaşırarak: -Ruhumuzu sana teslim edelim. Sonram biz gebere- lim? -Şeytan mısınız? Melek misiniz? Söyleyiniz. -Ne şeytanız, ne melaikeyiz ... -Ya nesiniz? -İki bacaklı, iki kollu bir kafalı insanoğlu insanız. Görmoor sun? - Çakha kez dest-i ışkeş der-giriban-ı men-est. Her taraf rah-est kez canan sfı-yi can-ı menest.l -Efendi Baba biz böyle Elenikal dilden bir şey çakma­ yız. Bize ya Türkçe ya Ermenice söyle. Enveri cebinden bir takvim çıkarır, saatine bakarak: -Teslis-i Şems be-Zuhal, tahvil-i Zühre be-Kavs, İsti- karnet Utarit .. .3 Agop - Dua dedi ... Amin ... Kirkor -Amin Allahım amin ... Enveri - Susunuz. Eşref saate4 üç dakika var. Sonra konuşalım. Kirkor -Ne dedi? Ne dedi? Agop -Üç dakikadan Eşref Bey gelecektir. Sonram konuşalım, dedi ... Ermeniler şaşkın, Enveri boyun bükük dalgın. Üç daki­ ka sessizlikten sonra, tılsımnameyi okuyarak: (Farsça) Sinemdeki yaralar hep onun aşkının elindendir 1 Var olan her yol, canandan canıma gelir. [İranlı Şair Tarimi'nin bir beyti (bkz. Kamusü'I­ 'A/am "Tarimi" maddesi.) 2 Yunanca, Rumca. Güneşin Zuhal (Satürn) ile üçlemesi, Zühre'nin (Venüs) Kavs'a (Yay) dön­ mesi, Utarit (Merkür) doğrultusu ... 4 Eşref saat. Bir şeyin yapılması için en uygun olan zaman. 32
{ "page": 37, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Kekre ile Mekre, bu iki şeytan, lanet üzerilerine olsun, hile yaparlar . Biz meleğiz derler ... Söyleyiniz nesiniz? Agop-Efendi Baba insan olduğumuza daha inanrna- dın? Şeytan uzun kuryuklu olur. Bak biz tıpkı sana benzeriz ... -Adınız? Sanınız? - Agop ile Kirkor ... -Elif harflerin en ulusudur. Onu ben sana veremem ... Elif'i lam'a çevir. Meddi yerine getir.l Lagop olur ... Agop -Al lafı otur aşağı!.. Bu adam yavaş yavaş beni lahana kereviz yapacak ... Enveri -Şeytan değilsiniz de niçin yerin altında oturu­ yorsunuz? Agop - Efendim burası geniş ve serindir. Kirası yoktur. Biz bunda iplik bükeriz ... Zenaatimiz budur ... En veri -İplik bükmek bahane. Siz burada başka iş için oturuyorsunuz ... Kirkor -Yok efendim biz lamuslu çocuklarız. Fikrinize kötü şeyler getirmeyiniz. Bunda gizli bir işimiz yoktur. Enveri -Siz burada bir şey bekliyorsunuz ... Agop - Burası tonoz ile taş dikrek ve kupkuru torpak- tır. Bunda beklenecek ne var ki? Enveri - Tılsım ... Agop güler ve parmağıyla duvarı göstererek: -Tılsımı işte ondaki yılan ile kaplumbağa bekloor ... Enveri birdenbire Agop'un bileklerinden yakalar. Derin- den derine sorgulayıcı bakışlada gözlerinin içine bakarak: -Hah işte yakaladım ... Siz mutlak ve mutlak ya melek­ siniz ya şeytan ... Ya doğru yoldan saptırmaya geldiniz ya yardıma ... Kirkor-Biz sapıtınaya gelmedik, yardıma geldik ... Enveri-Söyleyiniz melek misiniz? Agop -İnsan olduğumuza inanmoorsunuz. Bizi şeytan bellernedense melek çağırmanız daha hoş olur. Enveri -Meleklerin kuyruksokumları olmaz imiş ... "Eiif" harfi üzerine "med" işareti geldiği zaman "a" okunur. 33
{ "page": 38, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Kirkor -Bu işten hiç malumatırnız yoktur. Şimdiyecek yoklamamış tım. Denememişim. Enveri, Agop'un gerisine elini saldırarak: -Müsaade edersen bakayım ... Ermeni genci iki adım geriye sekerek: -Çek elini ondan be adam, fikri bozuk bir insansın nesin? Dibime bakıp da melek olduğumu ağnayacaksın? Hiç insanın larnusu deliğine d okanılır? Kuryuğum n ererndedir? Şimdiyecek hiç merak edip de aramamışım ... 6 Ebulfazl Enveri zihninden i'la.ll ve idgam2 yaparak: -Agop, Lagop, Lahop, Lahur. Agop-He görürsün? Bir Agop'tan ne kıdar laf çıkardı? Enveri devamla: -Hüseyni, Lahuri: Tu der sühan şodi ve /ezzet ez şeker gom şod Tu /eb geşudi ve sirabi ez güher gom şod3 Agop-Amin ... Kirkor-Amin amin ... Enveri -Arife tarif istemez. Anladım. Siz Lahur ile Mahur'sunuz ... Agop -Bunlar da kim? Enveri- Tılsımnamede açıklanan iki melek ... Kirkor -Evet, evet melaikiz ... Fakat size böyle demeye utanooruz. Siz arifli ve zarafetlisiniz,4 ne olduğumuza ağna­ yorsunuz. Enveri -Lahur ile Mahur bana yardıma geldiniz ... Arapçada kökünde elif, vav, ya harfleri (harf-i illet) bulunan kelimelerin ses değişikliğine uğraması. Arapçada aynı cinsten iki harften birinciyi ikinciye katarak okuma. (Farsça) Sen konuştuğun zaman şekerin lezzeti azaldı 1 Sen ağzını açnğında cevherin özü kayboldu. [Hüseyni Lahuri'nin bir beyti (bkz. Kamusü'l­ 'Alilm "Hüseyni Lahuri" maddesi.) 4 Arif (bilgili) ve zarif. 34
{ "page": 39, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Agop -He evet ... Enveri -Hoş geldiniz, sefa geldiniz ... Kirkor - Hoş bulduk. Sefa bulduk Enveri-Ne iş için yardıma geldiğinizi elbette bilirsiniz ... Kirkor Agop'un kulağına: -İşi boklatmayalım. Acaba şimdi ne desek? Agop - Tılsım işi için geldik ... Enveri-Tılsımnamede her ne yazıyorsa doğruluğuna şahitlik eder misiniz? Kirkor -Şahitlik ederiz hepsi doğrudur. Enveri -Melekler siz göğün kaçıncı katından indiniz? Kirkor-Biz göğün en üstünde "paradi"del otururuz. Gayet havadar. Bütün dünya ayak altında tabak gibi görü­ noor ... Enveri -Şimdi kafider göklere ve Allah'a dair sırları keşf için uçaklarla ta oralara çıkıyorlar . Agop-He evet geçenlerde bir İngiliz uçağı ta yanıma­ cak geldi. İçinde iki subay oturuyordu. Benden cennetin yolunu sordular . Bilirsin söylemek için bize izin yoktur. Anlaşıloor ki orası da hep İngiliz memleketidir deyi ortasına baryak dikecekler . Bir tekme vurduysam denizin dibinecek gittiler. Enveri-Nefızübillah 2 ... Nefızübillah ... Şimdi biz defi­ nemize bakalım. Agop-Bu aradığınız define çok paradır? Tılsım kita­ bında ne yazıyor? Enveri-Hesapsız ! .. Bir altın buzağı, içi tımtıkız fıstık gibi antika sikke, yakut, zümrüt, elmas, firuze dolu ... Agop - Bundan bize de pay var? Enveri-Ben o kadar dünyalığı ne yapacağım. Bana yardım edin. Yarısı sizin .. . Kirkor-Altın buzak ... Bunu kime satacağız? Hükümet bize yakalamaz sonram? (Fr. Paradis) Cennet. 2 Tehlikeli, nahoş bir durum karşısında, "Allah'a sığındık, Allah korusun" anlamında kullanılan sözcük. 35
{ "page": 40, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Enveri-Ben kimyagerim. Buzağıyı parçalar sonra tava­ ya kor eritirim ... Kirkor -Vay babasının canına be!.. Bu çocukluğumda diniediğim masallar gibi bir şeydir. Ya batarız ya çıkarız. Söyle bakalım. Biz sana ne biçim yardım edeceğiz? Enveri duvarı göstererek: - İşte şurada, üç adam boyu yüksekte duvara gömülü, mozaik bir haç var. Onun etrafını kazıyacağız. Meydana birtakım yazılar çıkacak. Tılsımın tarifesi orada ... Ermeniler başlarını gösterilen yere dikerek: -Peki ama oraya nasıl yetişeceği z? Bunda merdiven yoktur ... Getirirsek şüpheye varırlar. Bunun burası babamı­ zın evi değildir. Enveri -Siz meleksiniz. Elbette buna bir akıl düşünür­ sünüz. Göklere inip çıkan malıluklar bu kadarcık bir yere yükselemezler mi? Agop -Melaik pasaportumuz üzerimizde yoktur. Şim­ dicek bunda birer insan gibi yaşooruz. Hem kimsenin gözü önünde uçamayız. Buna izin yoktur. Siz hiç melaik uçarken gördünüz? Enveri-Hayır ... Kirkor -Biz size insan gibi yardım etmeye geldik. Siz bizden insanlık kuvvetinin üstüne çıkan hizmetler isteme­ yınız ... Enveri -Öyle ise zeki bir insan gibi düşünüp bana söy­ leyiniz. O noktaya kadar nasıl yükselelim? Agop -Haçın bulunduğu yer üç adam boyu yüksekli- ğinde diyorsunuz .. . Enveri- Evet .. . Agop -Birbirimizin üzerine çıksak orayacak yüksele- biliriz acep? Enveri -Aferin Lahur iyi dedin ... Kirkor - Kim kimin üstüne çıkacak? Enveri-Ben en altta ezilirim. Çok ağırlık kaldıramam ... Agop -Öyle ise sen en üste çık ... Enveri -Çok yüksekte duramam başım döner. 36
{ "page": 41, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Kirkor -Öyle ise ne biçim iş göreceğiz? Baba ya bize bineceksin ya biz sana bineceğiz, bunun başka türlüsü olur? Agop- Baba orta kata çıksın olmaz? Enveri -Halı bak işte bu olabilir ... Agop duvarın gerekli hizası önünde durarak Enveri'ye: - Baba haydi gel oınzuma çık!.. Enveri-Ben maymun değilim. Omzuna nasıl çıkayım ? Sen yere otur. Ben omzuna çıkayım. Sonra kalk. .. Agop-Ben deve değilim ki yüklendikten sonra kal­ kayım ... Kirkor tuhaf bir tebessüm ve itaat ernreder bir işaretle Agop'a: -Lahur sen biraz eğil. Ben babayı senin üzerine yükle­ yeyim. Sonram sen belini düzelt. Yavaş yavaş ben ikinizin üstüne çıkayım. Bakalım babanın dediği yerde istavrozl vardır, yoktur ağnayalım? .. Agop eğilir. Kirkor epeyce bir uğraşmayla Enveri'yi arkadaşının iki omzu üzerine bastırarak ayakta durdurur ... Ve sonra sorar: -Baba nasılsın? Kendini iyi kantarla ki ben de senin üstüne çıkacağım. Enveri küçük bir dua okuyup bitirdikten sonra hafif yalpa vurarak: -İnsan insanın üzerine çıkınca ne kadar yükseliyorm uş. Yükseklik biraz saframa dokunuyor ama zararı yok. Den­ gemi kaybetmemeye uğraşırım. Mahur haydi sen de çık ... Mahur adına cevap veren Kirkor bir cambaz çevikliğiyle Enveri'nin omuzları üstüne kadar tırmanır . Ayağa kalkar. Enveri - Mahur, melek olmana rağmen amma da ağır imişsin ha!.. Omuzlarımı çökerttin ... Kirkor -Baba, biri gelip bunda bizi böyle görürse üst üste neden bindiğimiz için elbet sebep sorar . İşimizi çabuk görelim. Söyle şimdi ne yapacağ ız? Enveri -Sağ taraftan kemerin duvarla bitiştiği nokta­ dan sola doğru karışla ... Tam yedinci karıştahaçı ara ... H aç. 37
{ "page": 42, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Ermeni: -Mek, argu ... ı diye birkaç defa yediye kadar karışladıktan sonra: -Baba bunda dediğin istavroz yoktur ... Enveri cübbeye benzeyen geniş paltasunun yan cebinden bir çekiç çıkarıp Mahur'a uza tarak: -Al bununla duvarın o noktasını kazı. Haç mutlaka meydana çıkacaktır . Ben buradan duasını okuyorum ... Mahur duvarı birkaç dakika çekiçledikten sonra: -Baba sen aşağıdan ne kadar efsunlasan para etmez. Bu duvar taş kesilmiş, buna kurşun gülle bilem işlemez. Bu fındık çekiciyle burası kazınır hiç? .. Bu esnada Binbirdirek'in merdiveninden pat pat inen adım sesleri duyulur ... Sekiz-dokuz yaşında çocuğunun elinden tutmuş bir efen- di direkierin arasından içeri yürür ... Çocuk-Efendi Baba, burası neresi? Efendi - Eski zamanda su samıcı imiş. Çocuk- Haniya su nerede? Efendi - Suyu kalmamış oğlum ... Çocuk direkierin arasından birdenbire duvar kenarında- ki insan sütununu görerek: - A Efendi Baba bak! .. Bak burada cambaz oynuyor . Enveri - Bunlar kim? Mahur ya vaşça: -Bunlar parasız seyirci ... Buraya girmek için "antre"2 yoktur. Cahil, ulema herkes gelirler, bir türlü biçim laf ederler giderler. Kimi sarnıç der, kimi hapishane der ... Kimi yeraltı kerhanesi der... Eh burası da hep bu kesim lafları kaldırır sankim... Birbirini okşamak için karanlık köşelere sinenter de olur. Biz görürüz, lakin güya görmemiş gibi yaparız. Çünküm her gördüğümüzle derde girsek akşama­ cak kavga etmeli ... Zo bu dünyanın zamparaları, orospula­ rıyla başa çıkılır hiç? ı (Erm.) Bir, iki ... 2 (Fr. Entree) Giriş, giriş ücreti. 38
{ "page": 43, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Birdenbire Enveri'nin dizleri şiddetli bir şekilde titremeye başlar. Mahur-Baba sallanma ... Ne oluyorsun? Şimdi yangın yerinde kalmış sakat baca gibi hep yere devrileceğiz. Enveri eliyle, gelen çocuklu efendiyi göstererek: - Ah efsun kesildi ... Tılsım cılk oldu. Mavi göz ... Mavi göz ... Uğursuzdur . İşimizi bozdu. Enveri yıkılır. Kirkor onun üstüne, Agop en altta debele­ nir ... Üçü birer kül çe halinde toprağa serilirler. Kirkor -Gel de şimdi babasının şarap çanağına etme ... Bilmez idim. Mavi göz sahiden uğursuz imiş ... Kemiklerim açılır kapanır sandalye gibi birbirinin içine girdi, çıktı. Neremden sakatlandım daha farkında değilim ... Agop -Ben üste geldim. Biraz aşığım oynadı. Fakat yine yerini buldu ... Kirkor -Sen pamuk şilte gibi üzerimize yattın. Altta kalanın canı çıksın derler. Canım çıkmadı. Babam onu sıkıca perçinlemiş. Fakat turşuluk toriğe döndüm. Baba sen nasılsın? Aşığın, küreğin, diş kapağın I yerindedir? Enveri bir dua mınidanarak el, baş işaretleriyle cevap verır. Agop-Okuyor ? Yoksam can çekişiyor? Kirkor -Baba kendine gel... İstavroz üzerine şaka olmaz. İnsan böyle çarpılır. Belin kıvrık, halarn yan yatıyor­ sun? Kuryuksokumun dibe girdi? Ne oldu? Çocuk, babasının kolundan çekerek: -Efendi Baba, bak cambazlar düştü ... Kirkor-Haydi işinize ... İşte göroorsunuz sizin uğursuz mavi gözlerinizin derdine uğradık. Çocuğun babası bir güceome çatkınlığıyla: -Mavi göz uğursuz mu olurmuş ? Kirkor-Bilirim ben? Baba Efendi böyle dedi. Dediği de doğru çıktı. Sanoorsunuz ki sabahleyin sizi keflendirmek için biz burada cambazlık edooruz? Diz kapağın. 39
{ "page": 44, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Efendi-Ya ne arıyorsunuz üç adam boyu yükseklik te? Birbirinizin üstüne niçin çıktınız? Kirkor, Agop'a dönerek: -Söylesene niçin çıktık birbirimizin üstüne? Agop - Efendi Baba söyledi. Biz çıktık ... Çocuğun babası: -Ulan o meşhur budalalardandır ... Kirkor, Enveri'ye dönerek: -Bak ne diyor? Senin budala olduğunun aslı vardır? Yoktur? Ağnat ... Enveri -Daima humeka urefaya dahleder .. .l Kirkor çocuk babasına : -İşte bak ipince bir laf etti ... Hiç budala böyle Elenika laf diyebilir? Sen daha akıllı isen ağna bakalım ki ne dedi? Enveri - Mahur, sokak adamlarıyla çene yarıştırma. Biri sana budala derse "Eyvallah" de geç. Bırak ki o adam kendini senden daha akıllı sanarak övünsün. Mavi gözlüler­ le konuşmak insanı tehlikeye atar ... Çocuğun babası: -Üç adam boyu yüksekliğindeki tonozu çekiçte neye kazıyordunuz? Ne var orada? Ben şimdi gidip belediyeye haber vereyim de siz kara gözü, mavi gözü görürsünüz. Kirkor - O kazıdığımız yerde istavroz vardır. Şimdi burası Türklerin olmuştur. Haçın orada durması günahtır . Baba Efendi söyledi. Onu sökmeye çıktık. (Enveri'nin kula­ ğına eğitere k) Nasıl? Uydurduğum yalanı beğendin? Sakın bu işin dibinde define vardır demeyesin, sonram hepimizi deliğe karlar ... Çocuğun babası: -Sen öyle haçlan putlan babanı kandır. Siz oradan anti­ ka, pek değerli bir şey söküyordunuz. Mozaik mi? Çini mi? Altın mı? Kim bilir? Hükümete haber vereceğim ... Efendi çocuğun kolundan çekerek yürür. Onlar merdive­ ni çıkarlarken Agop: ı Ahmaklar (hwneka) her zaman ariflere (urefa) sataşır. 40
{ "page": 45, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
- On paralık bir avanta yüzü görmeden derde girdik ... Sahi mavi gözlüler belalı oluyorlarmış ... Enveri -Yalnız mavi gözlü değil... Görmediniz mi? Bebeklerinin ortasında kedigözü gibi bir sarı "elif" vardı. İşte uğursuzluk onlardadır . Yoksa her mavi gözlü insan uğursuz olmaz ... Kirkor -Elifini okumadım ama görünür ki o herifin suratında bir cenabetlik, bir sakadık vardır. Efsuncu Baba altık ben senin her sözüne inanacağ ım... Dediğin çıkoor ... Bize bir göz attıysa yıldırıma uğramış minare gibi yere düştük. Agop -Şimdicek boş lafları bırak. Herif arkasında iki belediye çavuşuyla gelirse bizi Reis Bey'in 1 karşısına istin­ kada2 çıkarırlar . Bilirsin? Babanın adından, ananınkinden başlar. Öyle ince tertip şeyler sorar ki aklın başka tarafına kaçar. Ham hum edersin, cevap bulamazsın diyecek. Seni hırsız oğlu hırsız sanırlar ... Şurada ipliğimizi bükerken bak ne derdere uğradık. Haydi elemgeleri, iplikleri toplayıp buradan sıvışalım. Birkaç ay da bu semtin civarından geç­ meyelim. Enveri -Beni burada bırakıp bir yere gidemezsiniz. Ben adım atacak halde değilim ... Kirkor -Ah ah bu da kıyak laf. Ne İstoorsun baba? Seni sırtımıza bindirip gidelim? Bak bize ne büyük zarar ettik. İşimizden olduk. Bir daha da bu tarafiara gelemeyece­ ğiz? İşte bu işten beş-on para alıyorduk. Enveri, Kirkor'un arkasını okşayarak: -Mahur sen kederlenme. Cenabıhak sizi bana gönder­ di. Rızkınızı da üzerime farz etti. Ben sizin kazancınızı iki katlı olarak öderim. Agop - Baba paran vardır? Yoksam defineyi çıkardık­ tan sonram uçlanacaksın? Enveri cebinden şişkin bir cüzdan çıkarıp göstererek: ı Mahkeme reisi, hakim. 2 İstintak. Sorguya çekme, soru sorarak söylenne. 41
{ "page": 46, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
- Saye-i resul-i kibriyada ı ceplerim, çekmecelerim doludur. İki Ermeni birbirini dürterler. Her ikisi de büyük bir hırsla gözlerini cüzdana dikerek: -Şaka değil be ... Onda birkaç yüz lira var ... (Sonra Enveri'ye hitaben ) Baba Efendi kabul edersen biz senin hizmetinde kalırız ... Enveri -Mesele benim kabulümde, sizin rızanızda değildir ... Kaderde olan şey kendi kendine olur ... Kirkor-Sırtımıza bineceksin? Ne yapacaksın? O herif­ ler gelmeden haydi bundan gidelim. Enveri -Merak etmeyiniz. Gelseler de önemi yok. Ben bir efsun okurum. O herif merdivenden inerken düşer hacağı kırılır ... Agop -Efsunu şimdiden oku da hacağı kırılmadansa buraya gelmesinler daha iyi olur. Enveri sinirlenerek: -Lahur, kaderde olanı değiştirmek kimsenin haddi değildir. Dolayısı yla gelsinler , gitsinler, olsun, olmasın, deme. Kime emrediyorsun ? Amir-i hadisat2 nasıl isterse öyle olur ... Agop -Bu dediğin lafların çoğunu anlamamışım. Lakin gelsin, gitsin, olsun, olmasın demeyeyim de ya ne diyeyim? Enveri-Belki gelir belki gider, belki olur belki olmaz de ... Kirkor -Efsuncu Baba peki söyledi ğiniz gibi diyelim. Lakin burada çok durmayalım. Belkim o mavi gözlü herif yanında iki komisyon çavuşuyla3 beraber şimdi gelir. Belkim senin okuduğun efsun tutmaz. Herifin hacağı kırıl­ maz ... Belkim bizi Reis'in karşısına götürürler ... Belkim ... Yüce peygamber sayesinde. ı Olayları yöneten. Tanrı. Belediye zabıtası. Osmanlı döneminde belediye teşkilatının gelişim süre­ cinde belediye kavaslarının isimleri sonradan "komisyon çavuşu", en son olarak da "zabıta-i belediyye memuru"na dönüşmüş tür. 42
{ "page": 47, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Enveri-Yetişir. .. Haydi biriniz beni sırtına alsın, öteki gitsin bir kira arabası çağırsın. Semte doğru çekelim ... Agop -Haydi Kirkor al babayı sırtına. Ben gideyim araba çağırayım ... Kirkor -Babayı sen alsan da arabaya ben gitsem olmaz? Agop-Sen alsandaha layıklı bir iş olur. Kirkor -Ben bilmem, şimdiyecek sırtıma insan bindir­ memışım ... Agop -Ben bindirmişim dersin? Beni kira beygiri sanırsın? Kirkor -Bu iş senin benim dememizle olmaz. Babaya soralım... Hangimize isterse ona binsin... Baba hangimize binrnek istersin? Enveri - O benim isteğirole olmaz. Kısmet hanginize ise ona binerim ... Agop-Kirkor haydi ver sırtını. İster isen üzerine bir de semer koyayım ... Kirkor -Serneri babana koy ahbar ... Mavi gözlü herifin belasından korkmaya idim, ben Baba Efendi'yi sana bindi­ rirdim ama çabucak bundan kaçmak lazımdır. Kirkor, Enveri'nin önünde eğilerek: -Baba kısmet bana imiş. Haydi bin bakalım ... Enveri cebinden takvimle saati çıkarıp bakarak: -Sekiz dakika bekle ... Hayvana binrnek uğursuz ... -Ben hayvanım ki bu lafı edersin? -Güneş cedil burcuna, yani keçi oğlağına biniyor!.. Kirkor hayretle: -Güneş keçi yavrusuna biniyor? -Evet ... O binsin ... Ben sana sonra bineceğim ... Agop-Ben gidoorum. Bir araba çağırayım. ( Kirk or'un kulağına ) Güneş keçi yavrusuna biniyor, baba da sana binecek. Fakat dikkatinde ol boğazını sıkmasın. Bu herif sandığımızdan daha divanedir. Oğlak. 43
{ "page": 48, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
7 Hayvanların alınlarının üçgenleri, kuyrukları, yelderi muayene edilip uğursuzluktan uzak oldukları belli olduk­ tan ve araba önünde yine beş-on dakika eşref saat bekle­ dikten sonra binerler ... Hobyar'daki evin önünde dururlar . Çat çat kapı ... Yine Ermeni'nin biri babayı yüklenir. İçeri girerler. Taşlıktan birkaç kadın sesi birden kopar: -Aaa efendiyi arkada getiriyorlar. A zavallı adam ne oldun? Her adımda eşref saat beklerken yine bir uğursuzluğa mı uğradın? Lahur, Mahur, efendiyi odasına çıkarınız ? Agop büyük bir hayretle Kirkor'un kulağına: -Zo şaşırdım. Bu karı adımızı nereden biloor? Kadın - Ben sizin adınızı bilirim. Siz buraya gelmez­ den evvel efendi sizi fal kitabında buldu. Akşama beraber alıp eve getireceğini söyledi. Biriniz Lahur'sunuz, biriniz Mahur... İnsan şekline girmiş melekler ... Evimize uğurlar, kademler getirdiniz ... Kirkor yavaşça Agop'a: -Ya bunların evcek topu da divanedir veyahut kim biz delirdik Bu baba tekin bir adam değildir. Bize melaik diyorlar. İçime şüphe geloor ki acaba öyleyiz deyi? .. Hiç haberimiz yok iken biz fal kitabına nereden girmişiz? Ne köpoğlu iştir? Dur bakalım sonu ne çıkacak ? Babayı odasında bir sedirin üzerine uzatırlar . Kısa boylu, üzüm gözlü, beyaz, yuvarlak, kanı sıcak, otuz beşlik bir hanım başörtüsüyle ortada dolaş ır ... Hanım -Lahur, Mahur karnınız aç mı? Söyleyiniz. Sıkılmayınız. Burası yabancı yer değildir. Mahur - Hanımefendi açlıktan bağırsaklarımız mani bağırıyor . Efendi Baba'yı Binbirdir ek'in ta dibinden dünya yüzüne kadar sırtımda çıkardım. Hayvana binerken bir dua okunurmuş ... İşte onu okudu. Sırtıma çıktı ... Hanım -Altın buzağı definesi ne oldu? 44
{ "page": 49, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Lahur-İstavrozu bulmak için birbirimizin üzerine çık­ tık. Çocuğuyla beraber mavi gözlü bir herif geldi. Hanım -Gözbebeğinin ortasında kedigözü gibi sarı elif vardı ... Mahur -Hanımef endi sen de bizle beraber idin ? Ne biloorsun? Hanım - Ben bilirim ... Artık o altın buzağı definesi cılk oldu ... Şimdi başkasına bakalım. Siz artık efendinin yanına kapılandınız. Burada karnınız doyar. Cepterinize para dolar. Daima efendiyle beraber bulunur, ne derse onu yaparsınız. Bu adam büyük efsuncudur. Nihayet yerden büyük bir defi­ ne çıkaracağından emin olunuz. Onun yanında siz de ihya olursunuz. Mahur -Büyükanarn ürüyasında görmüştü. Benim pek zengin bir adam olacağıını söyledi ... İplik bükmekten ekmeğimizi pek çıkaramooruz. İşte bize de böyle bir yağlı kapı lazımdır ... Ermeni delikanl ıları Efsuncu'ya kapılandılar ... Mükem­ mel karınları doyuyordu. Cepleri, vaat edildiği gibi pek parayla dolmuyordu ama büsbütün harçlıksız da kalmı­ yorlardı. Lakin evin içinde bazı sırlar döndüğünü Ermeniler hissettil er. Zeynep Hanım, Enveri'nin ikinci karısıydı. Birincinin vefatında bir kız kalmış, Mevlüde. Şimdi on dokuz-yirmi­ sine basmış, üvey ana, üvey kız aralarından su sızmaz bir muhabbetle bağlaşmış lar. Şeytan kulağına kurşun, pek iyi geçiniyorlar ... Efsuncu Baba bir budala, bir deli, pek derbeder kafalı bir mahlfık olabilir. Fakat Zeynep'le Mevlüde şeytana ben­ ziyorlardı. Bu mecnunun inandığı tuhaflıklara onların da gerçekten inanmalarına ihtimal verilemezdi. Lakin neden inanır görünerek adamcağızı bütün o deliliklerinde teşvike, cesaretlendirmeye uğraşıyorlar dı? Ermeni delikanlılarının zihinleri bu noktadan gıcıklan­ maya başladı. Bir gün Mahur, arkadaşına: 45
{ "page": 50, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Bizi buraya gökten inme bir melaik deyi kabul ettiler ... -He ... - O karılar bilmezler mi ki biz melaik olmaktan çok uzak çapkın, cenabet, günahkar haytalarız ... -Neme gerek? Melaik deyi bizi bunda ikrama koy­ dularsa hayır biz şeytanız diyecek değiliz a!.. Hiç ağır bir iş yoktur. Yer içer bunda otururuz. Fakat bu evde bir sır dönoor. Define mefine der iken bu işin dibinden bir gün bir kıyamet patlayacak ... İnanırsın ki bu herif sonunda yerden bir define çıkarsın .. . -Kim bilir? Ne yok diyebilirim ne he diyebilirim. Baka­ lım kısmetimize ne çıkacak? Lahur ile Mahur'a hanenin selamlık tarafından bir oda vermişlerdi. Orada yatıp kalkıyorlardı. Enveri kütüphanesinde geceliyor, hangi saatlerde uyudu­ ğunu kimse bilmiyor, bazı akşamlar zangoç gibi sabahlara kadar sofalarda dolaşıyor, vakitli vakitsiz karısının, kızının oda kapılarını vurarak onlardan münasebetli münasebetsiz şeyler soruyordu. Bir gece Efsuncu fare kaçırmış kedi gibi evin safaların­ dan koşup merdivenlerinden inip çıktıktan sonra bitkin bir halde Lahur ile Mahur'un kapısını vurdu. Delikanlılar gözlerini ovuşturarak derin uykudan kalktılar . Ermenileri kollarından dışarı çekerek: -Lahur, Mahur bana yardıma geliniz ... -Ne var ki? -Hayalet kaçırdım ... -Nereye kaçırdın? Donuna kaçırdın ? -Ben bazı mesele sormak için hayalet davet ederim. Bilirsiniz ya hayaletler cism-i latifl olur. Onlar rüzgar gibi yürürler. Bu adeta pat pat koştu. Kaçarken merdivende ayağı sendeledi ... Küt düştü. Yine kendini topladı. Arkasın­ dan koştum. Bir gölge alt kat penceresinden bahçeye atladı. -Hırsız olmasın? Beş rluyuyla kavranamayan cin, peri, melek vb bedensiz varlıklar. 46
{ "page": 51, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Hayır evin her tarafı efsunlu, tılsımlıdır . Buraya hırsız giremez ... Bazı insanlar "gizlenme ilmi" ile madde halinden ruh haline geçerler ... Gözlere görünmez olurlar. Onlar seni görürler, sen onları göremezsin... Bu ilmin sırrına ben de vakıfırn. İstesem şimdi gözlerinizin önünden kaybolurum. Beni göremezsiniz. Fakat ben sizi görür, işitirim. Bazı geceler haberiniz yokken odanıza girerim. Bütün söyledikterinizi dinlerim. Siz kendinizi yalnız zannedersiniz. Hiçbir şeyden haberiniz olmaz ... Kirkor büyük bir telaş ve ürkmüş gözlerle: -İhtiyar hep bu lafları sahi söylüyorsun? Bizim oda­ mıza gece geldin? Ne edip ne konuşur isek görüp dinledin? -Dinlemedim. Çünkü siz melek iken bedene girmiş ruhlarsınız. Sizde kötülük, sapkınlık olmaz. Şimdi siz beni dinleyiniz. "Gizlenme ilmi"nde bir dua vardır. Onun bir noktasını yanlış okuyan ruh halinde iken vakitsiz olarak bedene bürünür ... Zannederim ki bu kaçırdığım hayal o türdendir . Bana ruben konuştu. Konuşurken istemeden bedenlendi ... Sonra kendini bildirmernek için önümden kaçtı. Aman arayalım. Şimdi bahçede olsa gerek. Bahçe efsunlud ur. Bir yere kaçamaz. Mahur -Efendi Baba cisimden ruha girmek, ruhtan tekrar kalıba oturmak, göze görünmek, görünmemek, şeytan olmak, insan olmak böyle laflardan biz hiçbir şey ağnamayız ... İnsan dayima göze görünür ... Geberirse gömülür. Bir de ruh vardır diyorlarsa insan mefat olunca bu da mezarda oturur? Nereye gider? Bilmiyoruz. Fakat lafı uzatmayalım. Bahçede tutulacak bir adam varsa haydi yakalayalım ... Bir el feneriyle üçü bahçeye çıkarlar. Köşeyi, bucağı, ahırı, kümesi, ağaçların altını üstünü hep ararlar. Bir şey bulamazlar ... Nihayet bahçeden sokağa açılan üç kapının muayenesi esnasında bunlardan birinin sürgüsü ve kol demiri açılmış olduğunu görürler ... O aralık evin pencerelerinden bir ınınltı duyarlar . 47
{ "page": 52, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Ermeniler kapıyı göstererek: - Baba işte ispatı üzerinde senin ruh dediğin meret bu kapıdan çıkmış gitmiş ... Besbelli burayı efsunlamaya unut­ muş olmalısın ... Enveri cebinden bir tebeşir çıkarır. Kapının üzerinde bir remil atarl ... Düşünür. Söylenir. Lahur-He baba, o yaptığın saka tebeşiri hesabındal ne diyor? Baba -Bedenlenmiş hayaletin buradan çıktığında şek3 vardır ... Mahur -Eşek vardır, katır vardır, bize inan ol ki o köpoğlu hayalet bundan çıkmıştır ... Eve girerler. Enveri harerne çekilir. İki Ermeni odalarında: -Ey Mahur bu işe ne dersin? -Ben çoktan çocuğun adını koydum. -Nekoydun? -Bu eve giren ne hayalattır, ne ruhtur, ne de hırsız ... Bir idare lambasının isli, kasvetli kör aydınlığına gömülü odanın bir köşesinden Efsuncu Baba'nın sesi: - Ruh değil, hayal değil de ya nedir? Lahur nefesini yutamaz bir helecanla: -Oh Meğa,4 baba sen bundasın ? Köşeden bir perde kımıldadı. Efsuncu koca sakalıyla meydana çıkarak: -Buradayım ... Ben gelip sizi dinlerim dememiş miy­ dim? "Gizlenme ilmi" ile gözlerden sır oldum. İşte şimdi görünüyorum ... Mahur hayretler içinde titreyerek: -Ah baba sen erenlerin ereniymişsin. Biz ağnayamadık. Affet ... -Bu eve gelen hayalet değil de ya nedir? Lahur köpek gibi yaltaklanarak: Remil atmak: Nokta ve çizgilere dayanarak fala bakmak. ı Osmanlı'da su hizmeti veren sakalar, getirdikleri suyun hesabını evin kapısına tebeşirle işaretieyecek tutarlardı. 3 Şüphe. 4 (Enn.) Hay Allah, aman Allahım. 48
{ "page": 53, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-İşte ben de ona düşünüyordum ... -Ne olabilir? - Baba efendimiz elbette siz bizden eyi bilirsiniz? Ne haddimize ki biz bu işi kefşe oturalım ... -Her sınıf mahlukat birbirine düşmand ır. Ben beden­ sizleştiğim vakit benim onların içinde düşmaniarım vardır ... Fesat karıştırmaya evime geliyorlar ... Ermenilerin ikisi birden: -He evet ... Evet hiç şüphesiz ki dediğiniz gibi olacak ... -Kalbinizi "amentü" den1 ayırmayınız ... -Başüstüne. Hiç meraka kalmayınız ... -Geceniz hayırlar olsun ... Efsuncu Baba ağır ağır yürüdü. Oda kapısından çıktı ... Ermeniler bilinmez bir kuvvet karşısında sinmiş kaba- hadi iki çocuk gibi garip ürpertiler içinde aval aval birbirine bakakaldılar . Agop en pes sesiyle: -Zo bu ne iştir? -Küçük dilimi yuttum ... -Ben büyüğünü dolma gibi ısırdım ... -Bu herif istediği vakit insan oloor. İstediğinde irüzgar ol oor. -Sus ol. Belkim yine bunda yanımızda dır. Bize dinloor ... -Keramet keramet derler idi de boş laf deyi ben inan- maz idim. -Ey şimdi inandın? - Zo sen inanmadın ? - Fikrim dibime kaçtı ... -Görmors un? İşte bu herif evliyadır ... -Evliya ola idi bizi melaik sanır idi hiç? Bir müddet derin derin düşünürler . Yükün içini, perde aralarını, kapı arkasını, odanın her tarafını gözden geçirir­ ler ... Bir şey anlayamazlar . İslam dininin al n temel inancını ifade eden "Allah' a, meleklerine, kitapla­ rına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve hayıra ve şercin Allah'tan olduğuna inandırn" anlarnındaki cümlenin ilk kelimesi. 49
{ "page": 54, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Agop - Kirkor bu işin içinde bir orostopoğluluk vardır. Kirkor şaşkın şaşkın etrafına bakınarak: -Zo babanın evliya olduğuna inanmoorsun? -Kaç defa söyleyeyim? Zo eğer kim evliya ola idi inanır idi ki biz melaikeyiz? -Bizi bu evin karıları da öyle sanırlar. Onlar da buda- ladırlar dersin? -Sanmoorlar . Öyle sanoor görünoorlar ... -Ne için? -Ne için? Bilirim ben? -Bu işin kokusu sonram dert yapacak. Melaik deyi bize bir kazık atacaklar ucu burnumuzdan çıkacak ... Yine düşünürler . Agop ilk şaşkınlıktan ayılmaya uğra­ şarak: -Çocuk olma Kirkor, etten kemikten çatılmış bir insan püfff deyi göz önünden kaybolur hiç? -Nasıl kaybolduğunu deminden görmedin? -Gördüm fakat budala sandığımız adam bize menşurl bir hakkabazlık oynadı ... -Nasıl? -Sanorum ki biz odaya girmezden evvel o, girip perde arkasına saklanmıştı. Çünküm Hacivat gibi perdeden çıktı. -Böyledir demeye cesaret edoorsun? Agop gidip oda kapısını sürmeleyerek: -Edoorum. Evliya ise bir daha çıksın göreyim. Yük kapısı tarafından ufak bir gıcırtı olur. İkisi de heyecanla susarlar. Gözleri büyüyerek, göğüsleri ine çıka beklerler . Gıcırtı kesilir. Hiçbir ses duyulmaz. Hiçbir hareket görülmez. Lakin gecenin belirsiz bir korku veren karanlık sessizliği yine şüphelerini gıcıklar ... Agop titrek bir telaffuzla: -Kirkor, o, yine bundadı r. Bize dinloor. Bakalım ken­ disinin üzerine fena bir laf edeceğiz? Etmeyeceğiz ? Ona bekloor ... ı Meşhuı; bildi!<. so
{ "page": 55, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Uzun müddet gecenin sessizliğini dinlerler . Babanın ruhu bedenlenmez. Efsuncu ortaya çıkmaz. Lakin onun bu kera­ metini kabul etme veya reddetme konusunda kararsız kalır­ lar. Belki işitir korkusuyla acı, alaycı bir söz söylemekten çekinerek şüpheler içinde döşeklerine uzanırlar. 8 Ertesi sabah bu iki Ermeni delikaniısı arasında, Efsuncu Baba -evliyadıı; değildir- şeklinde bir iddiadır başlar. Ger­ çeğin kesin olarak belirlenmesi için yeni bir keramet olayını beklemeyi uygun görürler ... O geceden sonra Efsuncu Baba birkaç gün hiç meyda­ na çıkmaz. Ermenilere yemek, tütün parası beş-on kuruş harçlık verirler. Ve karşılığında onlardan hiçbir hizmet istemezler . Oturmaktan canları sıkılan Lahur ile Mahur bir gün harem den: -Efendi Baba n eredir? diye sormaya cesaret ederler ve: -İtikafa ı girdi ... cevabını alırlar. Bu kelime onlara bilmece gibi bir sözden başka bir mana ifade etmez ... Büyük bir merakla birbirinden sorarlar: -Zo "itikaf" neresidir acep? -Hamamdır? Kilerdir? Yoksam bir ayıplık yerdir? Ne bilirim ben. Şimdiyecek hiç duymadığım bir laftır ... Sokağa çıkmak için hanımdan izin isterler. Bu müsaade akşama mutlak yine oraya dönmeleri şartıyla esirgenmez ... Çıkıp gezerler. Akşamları yine gelirler. O aralık Ebulfazl Enveri ailesi mühim bir meseleden dolayı büyük bir üzüntü geçiriyordu. Mevlüde'yi Nurullah Hasip isminde bir genç taşkın bir ateşle seviyoı; kız da aynı şiddetli muhabbetle karşılık veri- Bir yere kapanıp dışarıya çıkmadan yalnızca ibadetle meşgul olma. 51
{ "page": 56, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
yor, fakat Efsuncu Baba bu evliliğe razı olmuyordu. Çünkü öncelikle İstibaresi uygun gelmemiş, ikinci olarak babanın "Şahısname" diye adlandırdığı kitabın tariflerine göre Nurullah Hasip'in yüz ve beden yapısı hiçbir uğur ifade etmiyormuş, üçüncü olarak da evlilik talebi astronominin aşırı uğursuz bir zamanında gerçekleşmişmiş. Nurullah Hasip serbest kafalı, açık fikirli bir zamane genci olduğundan bu boş, bu gülünç bahaneler karşısında yılmıyordu. Efsuncu'nun taassubunu kırmak yahut onu kandırarak amacına ulaşmak için her türlü mücadeleye karar vermişti ... Dört beş gün sonra Efsuncu Baba elinde yeni bir tıl­ sımnameyle itikaftan çıkar. Bu mübarek kitap ne Bizans Devri'nden bahis açıyor, ne de okuru Hint'e, Çin'e gönde­ riyor. Define, tılsım, hep İstanbul 'da. Enveri'nin derlesinden kalma sayfalarını güveler yemiş kitaplara nazaran bundaki bilgiler hemen dumanı üstünde denecek kadar taze. Adeta yirmi beş-otuz senelik bir şey ... Çıkacak define ne altın buza­ ğı, ne de Ortaçağ'dan kalma sikkeler. Sultan Hamid'in sal­ tanatının ilk zamanlarına ait tuğralı, bizim sarı liralarımız ... Fakat hayret! Nasıl olmuş da Enveri öyle değerli bir eserin kütüphanesindeki varlığından o zamana kadar haber­ siz kalmış. Zannolunur ki mucizeli bir el, o günlerde bu mübarek tılsımnameyi getirmiş, babanın el uzatacağı bir rafa koymuş... Şüphe yok bunda doğaüstü bir işaret, bir keramet var ... Kitap nesih kırmasıl bir yazı ve lal2 ile yazılmış. Sayfa­ ları çok değil, ifade sade ... Yalnız şaşılacak tarafı, bunda da Lahur ile Mahur isimli iki melekten bahsolunması dır. Oku­ nacak tarifiere harfiyen uyulduğu takdirde bilimin ve insan aklının kabul etmeyeceği birtakım harikalar gösterileceği vaat olunuyor ... Bu tılsımname adeta küçük bir roman ... İşte özetle içeriği şöyle: Hac sanannda, özellikle yazma ve basma eserlerde yaygın kullanılan bir yazı türü. ı Kırmızı mürekkep. 52
{ "page": 57, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Abdullah Karuni namında Şamlı bir tüccar İstanbul'a geliyor. Birkaç mühim büyük ticaret evi açıyor. İşleri o kadar yolunda gidiyor ki büyük bir servet yapıyor. Hakikaten Karun'a dönüyor . İstanbul'da kendi yaşına uygun olmayan bir kadın seviyor. Dostlarının şiddetli eleştirilerine rağmen onunla evleniyor. Abdullah Karuni'nin ölmüş ilk karısından bir de yetişkin oğlu var. Mehmet Karuni pek yakışıklı dört kaşlı bir civan ... Alışıldık olan, üvey ana ile evlat arasında geçimsizlik olma­ sı ise de bu ikisi pek iyi geçiniyorlar . Birbirinin sözünden çıkmıyorlar, sevişiyorlar . Bu fazla muhabbet pederin biraz yüreğini bulandır ıyor. Fırsat düşürüp düşürüp gözetlerneye başlıyor. Nihayet bir gün ikisini uygunsuz bir şekilde sarmaş dolaş halde yakalıyor . Fakat bu baskının dosta düşmana karşı duyulmasından çekindiği için rezaleti hazma mecbur oluyor ... Lakin ıstıraba uzun müddet dayanamıyor . Hastala­ nıyor. Ali Hacip isminde sadık bir uşağım döşeğinin yanına çağırıyor. Onu İbnülmahşur adında huddamlı ı bir Mağri­ bi'yi2 bulmaya gönderiyor . Hacip hastadan aldığı talimat mucibince hareket ederek birkaç hafta sonra huddamlıyı döşeğin önüne getiriyor . Abdullah Karuni, İbnülmahşur'a diyor ki: -Bütün mallarımı nakde çevirecek ve tılsımiayıp göme- ceksin. Kanınla oğluma bir kuruş bırakmayacaksın. Derviş soruyor: -Bu para sonsuza kadar gömülü mü kalacak? -Hayır, yirmi beş-otuz sene sonra hayırlı birinin eline geçmek üzere tılsımlayacaksın. Mağribi, hastanın arzusunu yerine getirir. Tılsımname yedi kat muşambaya sarılmış bir kitap şeklinde Hacip'e teslim olunur ... İbnülmahşur sadık hizmetkara şu talimatı verır: Huddamı olan. Huddam, cin çağıran hocaların belli dualar okuyacak kendilerine bağladıkları ve istedikleri hizmeti gördürdükleri cin veya cinler. ı Afrika'nın, Mısır dışındaki kuzey ülkelerinin halklarından olan kimse, Mağripli. 53
{ "page": 58, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Vefatının yaklaştığını hissettiğİn vakit sen de bu kitabı bir ehline vererek ona aynı talimatı vereceksin. Yani o da bunu ölümünden evvel, güvendiği başka bir kimseye teslim edecek. Ve hiçbiriniz tılsımı bozarak defineyi çıkarmaya kalkışmayac aksınız. Kitabı yalnız emaneten muhafaza ede­ ceksiniz. Bir gün kitap onu taşıyan adamın üzerinden kendi kendine kaybolacak ... Ve gidip defineyi çıkarmayı hak eden zatın kütüphanesine girecek ... Hasta vefat eder. Derviş seyahate çıkar. Hacip muşamba­ lara sarılı tılsımnameyi muska gibi boynuna asar. Müteveffa Abdullah Karuni'nin ka rısıyla oğlu bu işte büyük bir hile sezerek Hacip'i yakalarl ar. Davalara kalkarlar . Mahkeme mahkeme süründü rürler. Lakin işin aslını öğrenmeyi başaramayınca, sonunda çirkin bir cina­ yet iftirasıyla sadık hizmetkarı yedi sene hapse mahkum ettirirler. Dindar Hacip bu felakete tevekkülle boyun eğer. Kim­ seyle görüşmez, muskayı boynundan ayırmaz. Beş vakit narnazına beş daha katar. Kendisinin mühim bir işi yerine getirmekle yükümlü olduğunu hisseder. Gece rüyalarında kendisine bazı sırlar açıklanır . Mahpusluğunun üçüncü senesinde hastalanır . Boynun­ daki muskayı mahpus arkadaşlarından hangisine teslim edeceği konusunda şaşkınlık yaşar. Etrafında hiç güvenilir bir yüz göremez. Nihayet istihareye yatar. Alem-i manada ı ak sakallı bir ihtiyar görünür. Kendisine şu tavsiyede bulu­ nur: -Üç güne kadar hapishaneye hafif bir mahkumiyetle Beşir Anberi isminde bir mahkum gelecektir. Muskayı ona teslim et. Hakikaten de rüyada söylenen şey üç gün sonra aynen gerçekleşir. Hacip tılsımnameyi Beşir Anberi'ye teslim eder. Kendi de Cenabıhakk'a yürür ... *** Rüya alemi. 54
{ "page": 59, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Bu açıklama tılsımnameye eklenmiş. Kimin eliyle? Belli değil... Ve bu kitap nasıl Ebulfazl Enveri'nin kütüphanesin­ de ortaya çıkıyor? Burası da karanlık ... Fakat Efsuncu Baba, Mağribi derviş İbnülmahşur'un defineye sahip olmaya layık bulduğu zatın işte kendisi olduğunu ve dolayısıyla kitabın bir manevi elle getirilip kütüphanesine bırakıldığını iddia ediyor. Asıl tılsımname metni de şudur: Ve dahi biline ki Arabi aylar dan bir inin cumart esiye rast gelmeyen yedinci gece sinde insan suretinde meydana çıkan Lahur ile Mahur adlı melekler eşliginde takva sahibi, namazı nda niya zında bir zat yola düşeler. Beraberleri ne on kulaç uzunlugun­ da kalın, sa!)lam bir urgan, bir küçük fener, bir buhur dan, bolca ödagacı, bir küçük ibrik ve bir dolu gülabdan 1 ala lar. Yol boyu nca rastlay acakları tanıdık lar ile selam ve kelam etmeksizin Topka pı'dan surdışına çıkalar . Gidiş yönlerini T akkeci Mahal lesi'ne çevirip tekke civa rına yaklaştı klarında kalın birer yag lık2 ile kendi gözlerini sıkıca baglayıp birbir inin eller inden tutarak bekley eler. Ermişler den bir zat gelip en öndek inin elinden tutarak bu üç gözü bag lıyı yarım saat süren bir yere kadar yedecek3 ve orada "Azat"4 kelimesi ni söyl edik ten sonra çekilip gide cek ... Yed inde gidildi!)i sırada asla yag lıgı sıyırıp yeden zatı görmek mer akına kalkışılma ya. Zira Allah esirgesin bu meraklının gözler inin hemen kör olması kesindir. Bu üç kişi orada fenerlerini yakıp batıya dogru yürüyeler. Üç ihtiyar incir a!)acı göreler. Bu agedarın arasında bir tahta sandık vardır. Kap a!)ın açıp içinde mahpus bulunan üç kaplumb a!)ayı dışarıya salıverip azot edeler. Biraz daha yürüdük ten sonra bir dut agacına rast gelir ler. Bu a!)acın altında uzun bir yılan yatar. Yılan ölüdür korkmay alar. Bu yılan ölüsünü yedi parça edip beraber alalar. ı Gülsuyu serpmek için kullanılan cam ya da madenden yapılan küçük kap. 2 Sırma işlemeli, büyük mendil, çevre. 3 Beraberinde götürecek. 4 Serbest. 55
{ "page": 60, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Bu defa kuzeye do9ru yürüyeler. Yed i bin adım mesafe kat ettikten sonra koca a9ızlı ve derin bir kuyuya rasrlaya lar. Ve orada fenerler ini sönd ürüp kuyu nun a9zında işbu duayı okuyo l ar: "Eyyühô'r-ravzu a'tini tarika n, ene uridu'l-mürura bey­ ne'kısedi ve'n- nemr i ve ene eyyü hô'l-hayvô nôtü'�mü­ bôreke sadike n lekü n. Felô takti 'nen i ezben ezebô ve beyyin li keyfe ezhebu ilô köskü' z-ze hebi f&inneni se-e' huzu't-tılsıme min e'nôk u'�hammômô ti'�beyzi ellôti fi kafe si'kılmôs" l Ve sonra urganın bir ucunu Mahur 'un beline sıkıca ba9layıp di9er ucunu oradak i incir a9acına sarar ak ve yava ş yavaş dua­ yı serifi okuyara k onu kuyu nun ta dibine i ndireler ve üzeri ne yedi parça yılanı birer birer atalar . Kuyunun a9zı nda buhur danda öda9acı ve küçük ibrikler yakalar ve daima içerüye gülab dandan güzel kokular serpe ler. .. Mahur dilinden dua-yı şerifi hiç bırakmaya . Orada en büyük dünya mak amına ere. Söyle ki: Kendisini aydınlık , güne şli, ferah, sonsuz bir çayı rlıkta bula ­ cak ve ileriye bakınca pek heybetli bir aslan ile bir kaplan görecektir. Korkm asın, dua yı okuyarok bu iki mübarek hayv anın ortasından geçsi n. Aslan ile kaplan Mahur 'a bir yönü isaret edecekler dir. O tarafa yürüsün, yürüsün, önüne bir altın kösk çıkar. Köskü n açılmış zümr üt kapısı nın iki kanadı yonında iki peri yüzlü güzel durur. Onlar a selam verip yürüye, bu altın kösk ün süslü tava nın­ da asılı elmas kofesin içinde beyaz güvercinler vardır. Tılsımna­ me onların boyu nlar ında asılıdır . Duoyı okuya rak tılsımiar ı alıp geriye döne. Definenin nasıl bulunup çıkar ılaca9ı işbu tılsımna­ mede açıklanmış tır. Ey çayırlık bana bir yol göster, aslanın ve kaplanın arasından geçmek istiyorum ve ey mübarek hayvanlar sadık olun ve bu önemli işte yolumu kesmeyin ve bana Altın Köşk'e nasıl gideceğimi açıklayın ki mutlaka elmas kafesteki beyaz güvercinterin boyunlarından tılsımı alayım. 56
{ "page": 61, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
isbu talimat gereg ince hareket edile. Asla kalbe sek ve şüphe götü rülme ye ... Ebulfazl Enveri, hayal dünyası bakımından Bin Bir Gece Masalları 'nı sönük bırakan bu satırları okuyunca kalbine hiç şüphe getirmedi. Olağanüstü önemi nedeniyle mese­ leyi mümkün mertebe ailesi halkından gizli tuttu. Fakat tılsımı çözmek için anahtar hizmeti görecek olan Lahur ile Mahur'a açılmaya mecburdu. Bu Ermeni meleklere, manevi bir elin kütüphanesine bırakmış olduğu tılsımnamenin anla­ mını satır satır açıklayıp da bu işe sıvanmak lazım geldiğini söylediği vakit, delikanlılar Efsuncu Baba'yı bütün bütün çıldırdı zannıyla karşısından kaçmak istediler. Lakin bu aptal adamda bazen en akıllıları büyüteyecek bir efsunkarlık baş gösterirdi. Gözlerini süze süze uzun sakalım sıvazlayarak: -Çocuklar, dedi, siz kendi mübarekliğinizi bilmiyorsu­ nuz. Böyle işlere daima şeytan karışır. İşte lanet olası İblis kalbinize kuruotu koydu. Bu şeytani kuruotuları atınız içi­ nizden ... Bu hazineyi aramızda bölüşeceğiz. Size helalinden binlerle binlerle altın hisse düşecek. Bu altmış yıllık kafam ve bu beyaz sakalımla, Allah esirgesin, ben sizi zararlı bir yola iter miyim? Dünya yüzünde öyle kutsal kuyular mev­ cuttur ki bunların içinden cennete cehenneme yol vardır. Erenlerden bazıları bu yolla ahrete gidip gelmişlerdir . Enveri iddiasını ispat için birçok kitap ismi sayıp hariku­ lade olaylar anlattıktan sonra devam etti: -Biriniz işte böyle mübarek bir kuyuya inecek. İkimiz elimizde iple kuyunun ağzında bekleyeceğiz ... Bunda korka­ cak bir şey yok . Şeytan sizin melek gözlerinizin önüne perde geriyor ... Yırtınız perdeyi, kovunuz melunu ... Cahil Ermeniler bu ikna edici sözlere bütün bütün kapıl­ masalar da yavaş yavaş kendilerinde bu sözleri büsbütün redderlecek kuvveti de kaybediyorlardı. Anaları, babaları, papazları onlara küçüklüklerinden beri buna benzer birçok mucizeler anlatmamışlar mıydı? Dolayısıyla bu masalın 57
{ "page": 62, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
yüzde beş doğru olması ihtimali yok muydu? Beline ip bağlayıp da geniş ve kuru bir kuyuya inmek o kadar kor­ kulacak, tehlikeli bir iş de değildi. Geçim belasıyla şimdiye kadar bundan yüz kat belalı şeylere girişmişlerdi. Define çıkmasa bile bu emek ve fedakarlıkianna karşılık Baba'dan beş-on lira koparacaklarına da şüphe etmiyorlardı. Bu yüz­ den tılsımname gereğince harekete karar verdiler. 9 Bir Arabi ayının sonundaydılar . Girecek Arabi ayın yedisi cumartesine rastlamayacağını hesapladıktan sonra on kulaç uzunluğundaki kalın ipi, küçük feneri, buhurdan­ lığı, gülabdanlığı, küçük ibrikleri, ödağaçlarını hazırladılar . Belirlenen vakti beklediler . Ayın yedisi bir cuma gecesine rast geldi. Bu güzel tesa­ düfü Enveri büyük bir uğur saydı. Yatsıdan sonra insan suretinde görünen melek ile takva sahibi, namazında nİyazında olan zat Hobyar semtin­ den Topkapı'ya doğru yola koyuldul ar. Kime rastlasalar başlarını öbür yana çevirdiler . Kendilerine hitap edenlere cevap vermediler . Takkeci Mahallesi yolunu tuttular. Tekke civarına yaklaşınca körebe oynamak zamanı gelip gelme­ diğini birbirinden sordular . Küçük bir görüşmeden sonra ceplerinde bu iş için hazırlanmış kocaman kalın yağlıkları çıkardılar . Herkes kendi gözünü kendi bağladı. Kendilerini yedip götürecek ermişin teşrifini beklemek üzere mezarlık duvarının önüne sıralandılar . Mahur kendi anadiliyle melek kardeşine şöyle fısıldı­ yordu: -Zo bu divaneye uyduk. Gözlerimizi kendi elimizle bağladık. Kurbanlık koyun gibi bunda beklooruz. Bizi götürüp kuyuya atacaklar? Ne yapacakl ar? Gelecek herif belkim bundan daha delidir. 58
{ "page": 63, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Ebulfazl Enveri melekleri kollarından dürterek: -Burada dünya kelamı caiz değildir. Birbirinizle söyle- meden konuşunuz ... Lahur -Zo söylemeden konuşulur hiç? Enveri - Kalp lisanıyla söyleşiniz ... Mahur-Kalıp lisan bu da hangisidir? O esnada Enveri'nin eline bir el yapıştı. O da Lahur'un elinden tuttu. Lahur da Mahur'unkinden ... Hoygoygoycu­ luğal çıkan torbalı körler gibi birinin ayağı bir taşa çarpıp sendeleyince üçü birden sarsıla sarsıla yürüyorlardı. Gittiler ... Bu körebe adımlarıyla hayli yol aldılar. Yedek­ çileri ermişin de mi gözleri görmüyord u? Tümsekiere çatı­ yorlar, çukurlara girip çıkıyorlar, vücut vücuda, kafa kafaya karambol yapıyorlardı. Mahur'un içini kurt yemeye başladı. Kendilerini çekip götüren ermiş ne şekilde bir mahlfıktur. Onu görmek için yüreğinden kabaran merakı yenerneyecek bir hale geldi ... Gözlerindeki kalın mendili biraz sıyırıp bakabilirdi. Lakin bakmak cüretine kalkanın derhal kör olacağı haber veril­ mişti. Bu müthiş tehdide rağmen Ermeni mendili azıcık gevşetmek için el kaldırdığı esnada parmaklarının üzerine sessiz fakat bir çekiç gibi katı, adeta cildinin üzerine kan oturtan bir yumruk yedi. Ermenice bir küfür mırıldanarak elini çekti. O zaman anladı ki kendilerini yeden ermiş bir kişi değildir ve hepsi de pehlivan kuvvetinde kimselerdir . Mahur'un yüreğini ciddi bir korku titretıneye başladı­ ğı esnada nispeten düzlük bir yerde durdular. Uzakça bir mesafeden kulaklarına: -Azat .... sözü geldi. Bağlarını çözdüler . Hafif bir mehtap altında belli belirsiz bir kırlık manzarası içinde bulunduklarını gördüler . Etraflarında kendilerinden başka kimse yoktu. Eski devirlerde toplu halde dilenen dilencilerden biri, "Gökte melek, yerde her can ağlar" dedikten sonra, hepsi bir ağızdan "Hoy goygoy canım" diye makanu tamamlar ağlaşırlardı, bu nedenle bunlara halk arasında "goygoycular" denirdi. 59
{ "page": 64, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Önlerini iyice seçiyorlardı. Fakat tılsımnamenin tarif­ lerine uymak için Enveri küçük feneri yaktı. Batıya doğru yürüdül er. Hakikaten çok sürmedi, üç ihtiyar incir ağacı gördüler. Ağaçların düğümlü, yarnru yumru kalın gövdeleri gecenin esrarlı zemini üzerinde iyice korkunç şekiller alıyordu. Bunların aralarım aradılar. Tahta sandığı buldular. Kapa­ ğım açtılar. İçinde takır takır üç kaplumbağa geziyordu. Bu mahpusları sandıktan çıkardılar, kıra salıverdiler . Tıpkı masallarda olduğu gibi tılsımlı kuyuya gidinceye kadar kitabın haber verdiği şeylerle aynen karşılaşıyorlardı. Bir hayli daha yürüdüler. Önlerine bir ağaç çıktı. Tılsımna­ mede işaret edilen dut ağacı olacak. Etrafı araştırıdarken Mahur bir nara attı: -Ah aman Meğa! .. Yılan işte bundadır . Amma da ne uzun merettir ölüsü boklu. Belkim de daha tastamam ölme­ miştir. Yılan kısmısının kırk cam vardır. Otuz dokuzu çıkıp da biri içeride kalsa yine tekrar dirilir kalkar. Ermeniler ayaklarının ucuyla yılana vurup kaçarak: -Zo diridir. Depreşti ... Enveri zembilde bu iş için getirmiş olduğu iri bir bıçağı çıkararak en kuvvetli itiraz sesiyle: -Tılsımname yalan yazmaz. Ölüdür o... Muayeneye lüzum yok ... Alımz şu bıçağı bu yılarn yedi parçaya ayırı- mı ... Lahur sahteliği seçilen bir cesaretle bıçağı eline alıp: -Tava için kesilen torik gibi şöyle dilim dilim edeyim? Mahur -He he öyle et... Sonram da saza geçirelim. Bakalım tava ederiz? Yoksam ızgara veya pilaki? Lahur yılana ilk temasında iki adım geri sekerek: -Zo diridir. Titredi. .. Mahur -Titreyen o değil. Senin elin ... Zo ölüsünden böyle korkoorsun dirisini göreydin ne yapacaktık? Lahur - Ben dirisini çok görmüşüm ... Mahur -Bilirim camm haydi. Şunu yedi parça et bir görelim ... 60
{ "page": 65, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Enveri bıçağı Lahur'un elinden çekip alır. Uzun bir besınele çektikten sonra yılanı bumbart gibi yedi parçaya ayınr. .. Parçaları zembile doldurur. Bu defa güneye dönerek yürür ler. Baba'nın bu cesaretinden iki melek iyice malıcup olurlar. Şimdi kuzeye ilerlerken adımlar sayılacak, tam yedi bin adımlık bir mesafe kat edildikten sonra koca ağızlı bir kuyu görecekler ... Yürüyorlar . Yine dünya kelamı yasak. Hiç ağız açmadan kalp diliyle konuşulacak, daha doğrusu adımları saymaya odaklanılacak Ermeniler derin birer düşüneeye vardılar. Tılsımnamede yazılı şeyler birer birer ve hemen aynen gerçekleşiyordu. Gözler bağlandıktan sonra yedilme, incir ağaçları altında­ ki tahta sandıktan salıverilen kaphımbağal ar, sonra yılan ölüsü ... Artık şimdi de koca ağızlı bir kuyuya rast gelecekle­ rinden hiç şüphe etmiyorlardı. Fakat hep bu garip şeyler ne demekti ? Bunları düzen­ leyen maddi veya manevi eller bulunduğunu inkar etmek mümkün değildi. Şimdi maceranın en önemli aşamasına, kuyuya yaklaşıyorlardı. O saate kadar gördükleri acayip şeylerin herhangi bir insan tarafından düzenlenmiş ve hazırlanmış olması mümkündü. Fakat bir kuyu dibinden sonsuz çayırlıklar, cennet bahçeleri, altın köşkler, melekler, periler, elmas kafesler göstermek, bu ancak peygamberlere özgü akıl almayan mucizelerdendi. Bütün bu çok garip şeyler hakikat sahasında ve dünya gözleri önünde nasıl cil­ velenecekti ? Enveri'nin ve tılsımnamenin foyaları meydana çıkmaya çok bir zaman kalmamıştı. Agop'la Kirkor, iki melek ismi alan bu Ermeni gençleri herhalde doğaya, akıl ve mantığa uymayan karanlık bir maceraya doğru gittiklerini hissederek daha yedi bine pek çok sayı var iken adım hesaplarını şaşırdılar ... Lahur yedi yüz beşte, Mahur dokuz yüz yirmi ikide kalmışlardı. Fakat Kasaplık hayvanların kalınbağırsağı. 61
{ "page": 66, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
sayının ucunu kaçırdıklarını belli etmeyerek Enveri'nin adımları üzerine dalgın dalgın yürüyorl ardı. Bu işin zor olduğu kadar tuhaf tarafı Ermenilere Arapça duayı öğretebilmekte görüldü. Onlara hiçbir anlam ifade etmeyen ve şivesi telaffuzianna uymayan bu Arapça sözleri ezberleyinceye kadar zavallılar çok güçlük çektiler. Hafızalarına geçen duaya deyim yerindeyse aslın bir karikatürü denilebilir. Başlarını yararak, gözlerini çıkararak alelacayip bir şeyler telaffuz ediyorlar, fakat bunları herhan­ gi bir dille ilişkilendi rmek mümkün olmuyordu. İçinde ip filan bulunan zembili melekler taşıyor, Efsuncu Baba önde fener çekiyordu. Fenerin kuvvetsiz ışığı batıya dönmüş yedi günlük ayın hafif aydınlığına karışıyor, ay ufka indikçe gölgeleri uzuyor, rüzgarsız bir gecenin hazin sessizli­ ği içinde etrafı dinleyerek ilerliyorlardı. Enveri yedi bin adımı bitirdi. Lakin önlerine büyük küçük hiçbir kuyu çıkmadı. Hata tılsımnamede miydi, Efsuncu'da mı? .. H1şa, Mahşuri gibi bir dervişin namı karışan bir kitap­ ta yanlışlık olamazdı. Yanılan ancak kendisi olduğuna kesin olarak hükmetti. Ya ziyade sağa veya sola kaçmış veyahut adımlarını gereğinden kısa veya uzun atmış olabilirdi. Geldikleri doğrultudan sağa doğru saparak yüz elli adım kadar daha yürüdü. Bu defa kutsal kuyu önlerine çıktı. Kitabın tavsiyesine uyarak Enveri hemen feneri söndürdü. Enveri önde, iki melek arkada "Eyyüha'r -ravzu a'tini tarikan" duasını okuyarak kuyunun etrafında dolap beygiri gibi dönmeye başladılar. Bu tavaf, dua yedi defa tekrar edi­ lineeye kadar devam etti. Enveri, ağzından dünya kelamı çıkmadan, işaretle Mahur'u çağırdı. Zembilden urganı çıkardı lar. Bir ucunu Ermeni'nin beline üç kere doladıktan sonra sıkı sıkıya birbi­ ri üzerine birkaç düğüm vurdular . Öbür ucunu yakında bir incir ağacına doladılar . Zavallı Mahur'un rengi ne kadar attığını karanlıkta kimse fark edemiyordu. Kuyuya inmeye önceden söz vermiş olduğu için ses çıkaramıyor, fakat yüreği üç buçuk atıyordu. 62
{ "page": 67, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Eğer bu işte başarılı olurlarsa milyonlar kazanacaklardı. Mahur her şeyden evvel Efsuncu Baba'nın hakikaten bir mucize adamı olup olmadığını anlamak merakıyla çatlıyor­ du. Şimdi birkaç dakika sonra bu hakikare erecekti ... Kuyunun ağzında buhurdanı yaktılar. Ödağaçları, küçük ibrikler buram buram tütmeye baş­ ladı. Efsuncu Baba bu kocaman çukurun siyah ağzına gül suları serpiyordu. Mahur ineceği bu müthiş bilinmez karanlığa eğildi. Dibini görmeye uğraştı. Göz, geceleri gündüz berraklığında bırakan katran karası bir uçuruma ka yınaktan başka bir şey seçemiyordu. Bu tüten buhurlar, serpilen gül suları biçarenin sinirlerine dokundu. Yapılan bu tuhaf töreni Ermeni genci, idam edilecekterin son saatlerindeki hazırlıklara benzeterek titriyordu. 10 "Eyyüha'r-rav zu" duasının üç ağızdan birden tekrarıyla kulpuna ip bağlı bir kova gibi Mahur'u kuyuya indirmeye başladılar. Arkasından gül suyu serpmekle beraber yılan parçalarını da birer birer atıyorlardı. Bu korkunç hayvanın soğuk cesedi bazen Mahur'un başına çarptıkça kendini tutarnayıp haykırdığı, gittikçe sesi derinleşerek işitiliyordu. On kulaç ipin yaklaşık sekizi kullanıldıktan sonra Mahur'un dibi bulduğu anlaşıldı. Sekiz-on dakika bekledi­ ler. Aşağıdan hiçbir ses gelmedi. Efsuncu Baba duayı dilinden bırakmayarak buhurdanın ödağaçlarını tazeliyor, gülabdana kokulu sular dolduruy ordu. Lahur, arkadaşı Mahur'un bu karanlık iniş yolculuğun­ daki akıbetini anlamak merakına yenilecek kuyuya Ermeni­ ce bir-iki söz bağırdı, aşağıdan evvela anlaşılmaz ınınltılar duyuldu. Fakat sonra telaffuz düzelecek ayan beyan şu azar işitildi: 63
{ "page": 68, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Bu mübarek kuyuda Arapça ve Türkçeden başka dil konuşulmaz. Cezası büyüktür . İnsan çarpılır. Böyle düzgün şiveyle cevap veren Mahur muydu? Ses tanınamadı. Lahur azardan ürktü. Kuyu dibindeki arkada­ şını çarpıtmaktan korumak için sustu. Yine beş-on dakika sessizlikle geçti. Kuyunun ağzındakiler aşağıdan emir bekli­ yorlar gibiydi. Nihayet bu emir geldi: -Duayı kesmeyiniz !.. Gönül bağıyla Hakk'a yalvarınız. Efsuncu ile Lahur ilahi okuyan okul çocukları gibi birbi­ rine kaynamaz iki sesle tütsü kokularıyla beraber dualarını yükselttiler ... Zifiri karanlıktan başka bir şey seçilemeyen kuyunun içinden artık hiçbir ses de gelmiyordu. Yukarıdakiler git­ tikçe artan bir merakla duaya devam ederek bekliyorlardı. Nihayet karanlıktan şu ses yükseldi: -Elhamdülillah dualarınız kabul olundu. Dille tarife gelmez, ucu bucağı görünmez bir bahçedeyi m... Burada ilkbahard ır, güller açmış, bülbüller öter. Lahur -Zo divane olma. Kuyunun dibinde güller açar, bülbüller öter hiç? Mahur -Vallah billah Lahur... Gülhane Parkı bunun yanında çöplük gibi kalır. Lahur, Efsuncu'ya: -Baba bu duyduğun laflara inanoor sun? -Niçin inanmayayım? Mübarek tılsımname yalan mı yazar? İşte bütün müjdeler Allah tarafından bir bir gerçeğe dönüşüyor . -Tılsımname yalan demese de bizim Kirkor söyleyebi­ lir. Çünküm o eski kofticidir .t Efsuncu öfkelenerek: -Tövbe et!.. Ağzından kaçan küfre tövbe et. İçine şek getirme ... Agop telaşlı bir hayretle: ---:-Tövbe edeyim? içimi eşek bırakmayayım? Fakat efen­ dim Kirkor, korkudan aklını kaçırmış olabilir ... Ben aklım ı (Argo) Sahtekar, dolandırıcı. 64
{ "page": 69, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
üzerimde iken kuyunun dibinde güllü, bülbüllü bir park olduğuna inanahilirim hiç? Aşağıdan Mahur: -Lahur laflarıma inan ol. Ne üzerine istersen sana yemin edeyim ki dünya yüzünde görmediğim emsalsiz bir bahçedeyim ... inanmıy orsan ipi sana göndereyim. İn aşağı gözlerinle gör .. . Agop şimdi tereddütle biraz düşündükten sonra: - İnandım, inandım. Aşağı inmeden burada inanınayı daha karlı bulurum ... Ebulfazl Enveri kuvvetli inancını ifade için elini göğsüne koyarak: -Asıl iman görmeden inanmaktır. -Görmeden her şeye inanırsan insanı çok kandırırlar ... Aşağıdan Mahur: -Dua okuyunuz, dünya lafı etmeyiniz ... Efsuncu Baba ile Lahur yukarıdan kör dilenciler gibi akortsuz bir şekilde okumaya başladılar ... Aşağıdan: -Nihayetsiz bir çayırlık ... Güneşler, ayaydın içinde ne ferahlık bir yer. Ah işte aygır gibi, kocaman bir aslan ile kap­ lan, onda suspus oturoorlar ... Karınları açtır acep? Beni hap ederler? (Duayı okuyar ak) "Eyyüha'r-ravzu a'tini tarikan, ene uridu'l-mürura beyne'I-esedi ve'n-nemri ... " Mahur devam eder: - Mübarek hayvanatlar ... Ortalık yerinizden geçece­ ğim. Size yalvar yakar olurum. Altın köşk nerededir? Bana işaret ediniz. Ah Meğa, aslan kaplana baktı. İkisi de sırı­ tarak sağ tarafı işaret ettiler. Teşekkür ederim ... Teşekkür ederim hayvanatlar ... Ah ne göroorum? İşte ta karşıda altın köşk parladı. Efsuncu duayı okuyacak: -... Ve beyyİn li keyfe ezhebu ila köşkü'z-zehebi ... Aşağıdan Mahur: -Altın köşkün iki zümrüt kanatları açık. İşte önde iki dişi melek oturmuş. Sırma saçlarını atkuyruğu gibi iki 65
{ "page": 70, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
yandan aşağı bırakmışlar ... Bilirsin? Ne hoş kanlar. Fakat bunda yüreğine fenalık getirilmez. Ve boş laf edilmez. İşte bu matmazellere selam verdim selam ettiler. Vay babasının canına, köşkün tavanı sade pırlanta. Elmas kafesin içinde siyah güvercinler papağan gibi çalımla oturoorlar ... (Duayı okuyar ak) fe-inneni se-e'huzu't-tılsıme min e'naku'l-ham­ mamati'l-beyzi ellati fi kafesi'l-elm as" Mahur devam eder: -Ma tmazeller müsaadeniz olur ki güvercinterin boyun­ larından tılsımiarı alayım? Eğerleyim yerin dibinden liraları çıkarır isek bu güzel boyunlarımza birer pırlanta gerdanlık hediye etmek borcumuz olsun ... Kuyunun dibinde ses kesilir. Efsuncu ile Lahur "Eyyü­ ha'r-ravzu" duasını sürekli tekrarlayarak beklerler. Yirmi dakika, yarım saat geçer. Mahur'un zevzekliği artık duyul­ maz olur. Lahur düşündüğünü açıkça söylemeye cesaret ederneye­ rek içinden şöyle düşünür: -Kirkor'un sesi kısıldı. Kuyunun dibinde boğuldu? Cartayı çekti? Ne oldu? Yerin altında altın köşk, zümrüt kapı, elmas kafes, sırma saçlı matmazeller olur hiç? Bu oğlan delirdi? Ne oldu? Yoksam Efsuncu Baba ona esrar yutturdu? Şimdicek Kirkor bundan sağ çıkmaz ise ben anasına ne haber edeyim? Bu divanenin lafına kandık. Olmaz martavaliara kulak verdik. Başımıza her ne ki bela gelse yeridir. Ermeni kuyuya eğilerek arkadaşına sesleornek ister. FakatEnveri onun bu hareketine engel olarak: -Çekil! Sus!.. -O, dipte sustu. Ben de bunda sus olay ım? -Sus ... Çünkü aşağıda iş oluyor ... -Aşağıda iş olur? Ne işi? -Mahur tılsımiarı güvercinterin boyunlarından çözü- yor ... - Ben bunda hiçbir şey görmoorum. Sen bunları nere­ den ağnayors un? 66
{ "page": 71, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
- İlıtirak-ı Müşteri, kamer ma'az zeneb ... -Ne diyorsun Baba? -Müşteril yandı ... Aya kuyruk takıldı. Dünya hadid- den2 geçiyor ... Bu alametlerden anladım ki tılsımlar çözü­ lüyor ... -Baba büsbütün divane olma. Bunda ne satıcı vardır, ne müşteri ... Aya kuyruğu kim taktı? Göğün üstünde kar­ naval vardır? Nedir? Hep bunlar boş laflardır. İşin doğrusu kuyunun dibinde Kirkor nalları dikti. İşte bu ... (Ağlayar ak) Biçare oğlu biçarenin bir sakat anası vardır. Camı kırık pencerenin önünde bekler ki akşama oğlu bir okka ekmek getirsin deyi ... Bızdık3 zamanımızdan beri çişimizi ayrı etmez kardeş büyüdük. Öldüğüne ağlayayım? Vay babası­ nın canına, bizi istinlaka çekecekler yoksam ona ağlayalım? Keşkem ben de aşağıya inip de beraber gebere idim ... -Kötü düşünme, ümitsizliğe kapılma ... Şimdi görür­ sün. Yükselen Yay'da Ülker yıldızı var. Gözlerimiz aydın. Tılsımnameler geliyor ... Hakikaten çok sürmez. Aşağıdan Mahur'un sesi duyulur: -Tılsımnameleri aldım, geliyorum. İpi çekiniz. Lahur birdenbire şaşırarak: -Baba şimdi kerametine inandım. Boş adam değilsin. Cahillik bizde ... Aşağıdan: -"Eyyüha'r-rav zu" duasını okuyarak ipi çekiniz. Şimdi yukarıdakiler aşkla şevkle duaya başlayarak ipe sarılırlar. Agop ağzıyla görünüşte dua okur fakat kalben büyük hayretini şöyle taşırır: -Vay babasının canına, vay amcasının, dayısının, hala­ sının, teyzesinin canlarına! .. Zo bu ne iştir? Kuyunun dibinde hocaların, papazların tarif ettikleri cennet ... Bizim Kirkor sağ Jüpiter. ı Ay'ın veya başka bir gezegenin yörüngesi üzerinde Dünya'ya en yakın mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer gezegenlerin Güneş'in merkezin­ den en uzak oldukları nokta. 3 (Erm.) Küçük çocuk. 67
{ "page": 72, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
iken oraya girdi. Çıktı. Bu bir oyundur? Hakikattir? Haya­ lettir? Şimdi ... Şimdi beş dakikadan ağnaşılacak ... Yine buhurdanın tütsüleri arasından Mahur dünya yüzü­ ne çıkar. Lahur büyük bir merakla karışık sevinçle bir kibrit çakıp arkadaşının yüzüne bakar. Onu pek kızarmış ve terle­ miş görerek: -Zo ağnaşıloor ki kuyu dibindeki cennetin havası bu dünya yüzünden çok sıcaktır. Suratın domatese dönmüş. Havuza düşmüş köpek gibi de sırılsıklam terlemişsin. (Kula­ ğına yaklaşarak) Zo söyle ... Bize bağırdıkların hep sahidir? Mahur-Yalan diyorum sanoorsun? H1lam içine iman gelmedi? Lahur ne düşüneceğini şaşırmış bir dalgınlıkla karanlıkta arkadaşının yüzünden işin gerçeğini anlamaya uğraşırken Mahur, etrafına sırma çevrilmiş yeşil atlas bir kese içinde tılsırnnameyi Efsuncu'ya uzatarak: -Baba Efendi emanetinizi alınız. Melek matmazellerin çok çok selamları vardır. Bu tılsımrıamenin içinde her ne ki yazoorsa tıpkısı tıpkısına yerine getirilmesini size söylememi tembih ettiler. Enveri keseyi alır. Öpüp başına koyduktan sonra feneri yakar. Uzağa çekilerek tılsımrıamede yazılanları okumaya uğraşırken, beri yanda hayretten ağzı açık kalanAgop yavaş­ ça arkadaşına: -Zo söyle bu ne iştir? Hep bu bağırdığın cennet teatro­ su kuyunun dibinde oynoor? Bu yeşil keseyi sana kim verdi? Kirkor ağzını Agop'un kulağına yapıştırarak: -Aman Agop ayağının dibini öpeyim ... Şimdicek bana böyle şey sorma ... Bir kerek şuradan sağ ve canlı kurtulalım. Sonram sana hepsini ağnadayım. -Ne diyorsun? Tehlikedey iz? -Çok büyük. .. -Beni evvelkinden daha bir berbat bir meraka koydun ... -Sus ol. Sus ol. Her ne ki işittin ise inanmış görün. Kontrol laf etme. ı Ters. 68
{ "page": 73, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Mahur, Ef suncu'ya seslenerek: -Efendi, bana aşağıdan emir verdiler ki burada çok durmayalım. Hemen eve gidelim deyi ... Efsuncu emre karşı hareketten korkarak henüz tama­ mıyla okuyamadığı tılsımnameyi elleri titreye titreye koy­ nuna, ta kalbinin üzerine koydu. Urganı, buhurdanı filanı zembile yerleştirerek yola düzüldüler ... *** Baba Efendi pek dalgın önden gidiyor, iki Ermeni her adımda aradaki mesafeyi açarak onu takip ediyorlardı. Agop kulağı gibinde Kirkor'a yalvararak: -Mahur karnıma öyle bir merak koydun ki gittikçesi büyüyor. Vakti tamamlanmış bir gebe karı gibiyim. Zo söylemezsen çatlayacağım. Bu dediğin teatro bütün o deko­ ruyla hep beraber kuyunun dibinde oynadı? Kirkor büyük bir korkuyla etrafına bakınarak: -Sus ol ahbar!.. Zo sen gebermekten korkınoor isen ben korkarım ... Daha canımdan bıkmamışım. -Ne var ki? Bizim bu laflarımızı şimdik onlar işitoor­ lar ki? -He ... işitoorlar ... -Zo gittikçesi merakıma püf edip şişiroorsun. Yoksam sen de delirdin? -He delirdim. Sonram tekra.r aklımı kafama koymaya uğraştım ... -Görooruru ki daha aklın kafana tamamıyla gelme­ mış ... -Gelmemişse kabahat bende değildir. Sus ol. Canımıza kurtardığımıza teşekkür olalım. Sağ olalım da biraz deli kalalım. Zararı yoktur. .. Dökülmüş kaplamaları arasından feci bir manzara ile kaburgaları görünen kulübemsİ harap evlerin, alçak, harçsız duvarları yer yer yıkılarak kümeler oluşturmuş bahçelerin, mezarlıktan fark edilemeyen sessiz, ışıksız, sefil mahallelerin içinden Efsuncu'yu takiben iki Ermeni 69
{ "page": 74, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
delikaniısı konuşa konuşa giderlerken arkalanndan bir revolverl gürnledi. Kirkor tepesinden topuğuna kadar derhal titreyerek arkadaşının kulağına en yavaş ve çekingen sesiyle: -Sesini kes altık. İşte bu güm eden irevolver lafı bitire­ lim deyi bize işarettir. İyice ağna ki eğerleyim laf dinlemez isek bunun ikincisi kafamıza patlayacaktır . Ne sorsan altık benden cevap alamazsın. İşte susoorum ... Enveri önden haykınr: -Çocuklar nerede kaldınız? Habis2 ruhlar ayakta ... Silah atıyorlar ... Yanımdan aynlmayınız. Mahur -Habisleı; yoksam polislcı; işte bilmem kimler silah patlatoorlar ... Enveri-Yanımdan aynlmayınız ... Koynurndaki tılsım "paratoner" gibi beni de sizi de Allah'ın izniyle kazadan korur ... Şimdi üçü topluca ve hızlıca yürürler. *** Hobyar'ı bulurlar. Eve girerler. Enveri hayırlı geceler temennisiyle harerne çekilir. Lahur'la Mahur da odalarına girerler. Lahur aldacele kapıyı sürmeledikten sonra: -Altık söyle, işte şimdicek bunda selametteyiz. Mahur hala titreyerek: -Hayır değiliz ... -Zo ne vakit karnımdan bu kocaman merakı çıkarta- caksın? Mahur cebinden kapalı bir zarf çıkarıp göstererek: -Yarın sabah ortalık daha iyice aydın olmadan bu mektubu bunda şu masanın üzerine bırakıp fertiği çeke­ ceğiz .. .3 O zaman sana bütün sırları diyeceğim. Merakını boşaltacaksın. ı Alnpadar da denen bir tür tabanca. ı Kötü. 3 (Acgo) Kaçacağız, sıvışacağız. 70
{ "page": 75, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Bu mektupta ne yazoor ki? -Neme gerek ne yazarsa yazsın. Bizim canlarımız kur- tulsun da ... -Ya bizim için bir fenalık yazoorsa ?.. Mektubu bunda bırakınayıp da beraber götürsek, sonram birine okutsak olmaz ... -Ne alık şaşkın adamsın be? Bu işe dan tanesi kadar hile giremez. Sonram onu canınla ödersin. Agop'la Kirkor döşeklerine girdiler. Heyecanlı, alaca bir uykuyla zaten çok zaman kalmamış olan sabahı ettiler. Tan­ yeri ağarmak üzereyken zarfı masanın üzerine bırakarak bahçe kapısından sessizce sokağa fırladılar . *** Mahur, arkasından sekiz süvarİ jandarması kovalayan bir hapishane kaçağı gibi koşuyordu. Lahur arkadaşına yetişebilmekte güçlük çekerek bağırıyordu. -Zo Mahur dibine neft yağı sürdüler? Ne kaçoorsun? Kirkor -Zo babanın canına sövdürme beni. Bana Mahur deme altık... O belalı şeydir. Babamın koyduğu adımı çağır ... -Kirkor yangın söndürmeye gidiyoruz? .. -Laf etme ahbar. Tabanlarını yağla. Kurlurmuş it gibi koş ki şu beladan kurtulalım. -Zo senin gibi koşayım ? .. Kirkor cevap vermez. Gittikçe artan bir hızla koşar .. Agop söve saya arkadaşını takip eder. Böyle dörtnala semti bulurlar. Çat çat kapı eve girerler. O geceyi oğlunun hovardalıkta geçirdiğini sanan koca­ karınınazariarına hiç kulak vermeden tek odaya girip içeri­ den kapıyı sürmelerler . Kocakarı dışarıdan haykırır: - A Kirkorum !.. Kapıya ne için sürme koydun? Kirkor -Sen lafımıza işitmeyesin deyi ... Kocakarı -Anandan gizli fenalık bir iş ettin? -He ... 71
{ "page": 76, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
-Söylemezsen ben meraktan mefat olurum. ı -Bir şey olmazsın. Bilirim canın sağlamd ır. Kocakarının dırıltısına hiç kulak asmadan iki delikanlı dokuma örtüsü yamalı kırık sedirin üzerine karşı karşıya otururlar . Kirkor etrafına ürkek bakışlar gezdirerek: -Bugün gidip doktora muayene olunacağım ... -Ne var ki? -Sanooruro ki içimde yüreğim sakatlandı. Korkudan bir damarım patladı ... -Zo ne oldun? Kuyudan bağırdığın şeyleri salıiden hep gördün? - Divanesin ahbar ... Yerin dibinde çayırlıklar, altın köşkler, elmas kafesleı; sarı saçlı melaik olur hiç? -Ya ne için görooruro deyi yemin edoordun? -Benim yerimde sen ola idin etmeyecektİn acep? -Halarn bilmecenin b'sini meydana koymadın ... -Sabır ol, patlama ... Kirkor geçirdiği maceranın dehşetini hatıriayarak suya düşüp çıkan bir kedi gibi silkindikten sonra: -Alıbar siz beni iple kuyunun dibine ağır ağır bırakır iken gittikçe etrafım daha ziyade kararoor, karnıma korku doloordu. Kuyu gayetle genişti. Kenara çarpmayayım deyi ellerimle taşları tutoordum. Nihayet dibi buldum. İçeride su yoktu. Daha ayaklarımı yere tamamıyla değdirmeden kuv­ vetli bir vücut bana sımsıkı sarıldı. Kollarımı çembere aldı. Mümkün değildi ki ellerimi oynatayım ... Bağırmak istediy­ sem de kalın bir ses kulağıma, "Sus!" deyi ınır etti. Yine o zaman da şakaklarıma demir parçasına benzer iki soğuk şey dokundu. Yavaşça "Bunlar nedir?" deyi sorduysam yine o ses cevap etti: "İki revolver ... Eğerleyim sözlerimizden bir nokta aykırıya gidersen ikisi de beyninde patlayacaktır ... " Analarına, babalarına, bütün soylarına soplarına içimden okkalıyı geçtim. Geçtim ama ben alnk kapanda bir fare idim. Dediklerine gitmekten gayrı bir çarem yoktu. "Biz ne Vefat ederim. Ölürüm. 72
{ "page": 77, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
dersek sen de onu tıpkısı tıpkısına tekrarlayacaksın" erneini verdiler. Onlar ne dedilerse mektepte hocanın önüne yeni oturmuş bir çocuk gibi ben de onu bağırdım ... Onda birkaç kişi idiler. Yüzlerine asla tanımadığım bu efendiler: "Sonsuz bir çayırlık... Güneşleı; ayaydın içinde ne ferahlık bir yer. İşte kocaman bir aslaola kaplan, ah mübarek hayvanatlar, altın köşk, sarı saçlı melaik. .. " filan filan deyi bana boyuna martaval okuyorlarsa "Bütün bu lafların aslı yoknır, hepsi de dipsiz koftidir" doğruluğuyla nasıl onlara kontro gideyim? Hep bunları görürüro deyi korkudan sıcak sıcak yemin edoor ve "Eyyüha'r -ravzu a'tini tarikan"ı gürül gürül okoordum. Bana bu korkuyu buz gibi içirip yüreğimi bangır bangır tit­ rettikten sonram sımsıkıya tembihlediler. Dediler ki eğerleyim bizi bunda gördüğünü ve hep o lafları papağan gibi talimatta söylediğini Efsuncu'ya haber edersen seni ve arkadaşın Agop Lahur'u geberttiririz. Biz Efsuncu'nun akrabasındanız. Ve ondan on kat fazla efsuncuyuz. Her nereye kaçsanız eli­ mizden kurtulamazsınız. Her nerede ve her ne türlü gizli laf konuşursanız biz işitiriz. Bu mektubu al. YattığıniZ odadaki masanın üzerine bırak. Ve sabah karanlığı ikiniz de Baba'nın evinden kaçınız ve bir daha da o tarafiara görünmeyiniz ... Mahur Kirkor cebinden yirmi beş liralık bir kağıt çıka­ rarak: - İşte bunu da emeklerimize karşılık olarak hediye etti­ ler. Allah bereket versin. Sankim yirmi beş liraya kuyunun dibine inmiş oldum. - O paranın yarısı benimdir zo. Aşağıya inmedimse de kuyunun ağzında "Eyyüha'r -ravzu" duasını okumaktan dilim kabardı. -Acele etme ahbar. Fikrimde fenalık olsaydı bu parayı sana gösterirdİm hiç? Bu iki Ermeni meleklikten insanlığın en çingene derecesi­ ne inerek hayli çekiştikten sonra yirmi beş lirayı aralarında bölüşürler. Birkaç gün çektikleri korku ile yiyip içtikleri de yanlarına kar kalır ... *** 73
{ "page": 78, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Efsuncu o gece sabaha karşı evine dönünce odasına kapanır. Yeraltı hasbahçesindeki altın köşkün elmas kafe­ sinde tüneyen güvercinlerin boyunlarından alınmış tılsım­ nameyi çözmeye uğraşır. Özetle şu anlamı çıkarır: Ey Ebulfazl Enveri, tılsımı çözmeyi başarman bir şarta bağlıdır. Kızın Mevlüde'yi Nurullah Hasip'le evlendirme­ lisin. Bu evlilik taraflar için gayetle uğurlu ve mutlu ola­ caktır. Bu şartın gereğini yerine getirdikten sonra defineye kavuşmanın sırrına ereceksin ... Efsuncu 'Baba bu önemli meseleyi danışmak için iki melek hizmetçisinin odalarına iner... Fakat Lahur ile Mahur'u orada bulamaz. Masanın üzerinde bir zarf görür. Açar, içindekini okur: Baba Efendi , Biz gökten geldik. Vazifemiz sona erdi. Yine oraya çekildik. Sirndi gayet mühim bir son vazife miz kaldı. O da kızın Mevlü­ de'yi Nurullah Hasip'e vermeni hatırlat mak tır. Bize emir böyle­ dir. Bu evlilik seni defineye sahip ettikten bask a haneni bereket ve mu�uluk la doldur acak tır. Düny anın en mu� u adamı olaca ksın. *** O hafta Ebulfazl Enveri'nin evinde bütün mumlar, lam­ balar yandı. Şerbetler ezildi, gürül gürül dualar okundu. Nurullah Hasip, Mevlüde'yle gerdeğe giriyordu. *** Bu mühim şartın yerine getirilmesinden sonra Enveri definenin sırrının açığa çıkması için bir ay, iki ay ve daha çok bekledi. Lakin hiçbir bilgi gelmedi. O, inancı tam bir adamdı. Ümidini kesmedi. Bekliyordu ve daima bekleye­ cekti. *** Asıl maksat Nurullah Hasip'le Mevlüde'nin evlilikleriy­ di. Bu emelleri gerçekleşti. İki genç muradına erdi. Hemen her yerde ve hele ilim ve irfanın zayıf bulunduğu memleket­ lerde hile, aldatmacayla daha çok iş görülür. 74
{ "page": 79, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
Güya bütün insanlık yalanı, dolanı ortadan kovarak adalet ve hakikati en saygın makama geçirmek için uğraşı­ yor. Maazallah böyle bir felaket gerçekleşirse hep siyasetler, ticaretler, işlemler durur. Bütün dünya altüst olur. En akıllı­ larımız her gün aldanıyorlar . En akılsızlarımız her gün alda­ tıyorlar. Hepimiz daima aldanıyoruz, fakat fırsat düştükçe aldatıyoruz. Bu suretle geçim dengesini biraz düzeltebiliyo­ ruz ... Aldanıp da aldatamayanlar ... İşte aç kalan güruh bu za vallılardır . Hakikatİn büyüklüğünü tanıyıp da onunla dost olama­ yanlar, o kılığa bürünmüş yalanlarla oyalanırlar . Bu koroed­ ya sahnesinin en arka perdesini kaldırıp asırlardan, asırlar­ dan beri insanlardan saklanan gugukları apaçık insanlığa göstermek her mernlekette kanunen yasaktır. Ahlak, adet ve geleneklerimiz hayallere o kadar geniş bir alan ayırmıştır ki hakikat ona en fazla muhtaç olanların gözlerinde bile daima değersiz ve cazibesiz kalır. Dolayısıyla ilim ve irfan çoraklığı içinde kavrulan memleketlerde değil, fen ve bilgide en ileri giden milletler arasında bile bugün bakıcılık, büyücülük, efsunculuk pozitif bilimlerden daha fazla revaçtadır . Bugün diyelim ki bir milyon insan arasında ürkmeden hakikati gören ve cesaretle onu bağırabilen kaç düşünür vardır? İşte bu sayı, itirafından sıkılacağımız derecede azın da azıdır. Bu azınlık bu koca kitleyi nasıl uyandıra cak? Savaş ahlakı bozdu. Bütün insanlığı felsefe ve irfan bakımından birçok seneler geriletti. Mesela Fransa gibi bir memlekette yazariarına ödül verilmesi gereken eserlerin yayımianmasının yasaklan dığını görüyoruz. Voltaire'lerin, 1 Diderot'ların 2 ve daha geçen asırdaki Zola'ların,3 Maupassant'ların 4 hazırladıkları yaklaşımlar ne oldu? Şimdiki düşünürlerin, yazarların, şairterin etrafa savur- François Marie Arouet (1694-1778), Voltaire mahlasıyla bilinen Fransız yazar ve filozof. 2 Denis Diderot ( 1713-1784 ), Fransız yazar ve filozof. Emile François Zola (1840-1 902), natüralizm akımının öncüsü Fransız yazar. 4 Guy de Maupassant (1850-1893), Fransız hikayeci ve romancı. 75
{ "page": 80, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
duldan fikirleri günlük kokularıyla dolu birer kilise vaazı şek­ linde ve kavrayışımızı uyutacak bir ağırlıkta buluyoruz. Bütün romancılar ise halka bir hurafe devri açtılar. Eski zamanın masallarına yeniden geçerWik kazandınnaya uğraştılar . Bütün dünyaca fikren o kadar tehlikeli bir devirdeyiz ki çirkefi üstüme sıçratmamak için konuyu derinleştirmekten kaçıyorum. Son zamanlarda yeni teorileriyle şöhret olan Yahudi bir filozof, mensup olmadığı diniere saygısızlığından dolayı çeşitli memleketlerden bilmem kaçar ay hapse mahkum oldu. Her vicdan sahibi bu mahkumiyederi yerden göğe kadar haklı buldu. Çünkü dinleri eleştirmeye kalkışacaksa Çıfıt düşünürün Yahudilikten başlaması lazım gelirdi. Einstein'ınl Yahudi kalarak filozof olduğu görülüyor . Zamanında Voltaire hiç böyle yapmadı. O alaycılığını, yaman kaleminin eleştiri darbelerini, bütün dogma ve geleneklerini bir papaz kadar tanıdığı Hıristiyanlığına yöneltmişti. Kim diyor ki İsrailoğulları bugün yeryüzünde "millet-i hakime" 2 değildir. Eski ve yeni dünyada en etkili ve kuvvetli sözlerin hangi dudaklardan çıktığını ve en ustalıklı entrikaların hangi fabrikaların ürünü olduğunu fark edenler hakikati sezmiş olurlar. *** Ebulfazl Enveri gibi bu çağda mucizeler arayan bir kaba sofuyu ikna için ona kuyu dibinde bir cennet bahçesi gös­ termekten başka çare yoktu. Nurullah Hasip böyle hareket etti. Mevlüde'yle evlenmeyi başardı ... Her insanı, hatta her toplumu hoşlandığı yemle avlarlar. Mesele, böyle oltalara turulmayacak kadar insanlığımızı terbiye edebilmektedir . Bilir misiniz etrafımızda Enveri tipine benzeyen ne kadar çok insan vardır. Bunlar berikinden daha tehlikelidirler . Çünkü Enveri budalalı ğıyla ünlüydü. Ötekiler yaradılışça 1 Albert Einstein (1879-1955), Alman teorik fızikçi. ı Egemen millet. 76
{ "page": 81, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
ona benzeyip de akıllı görünenlerdir . Üzerlerindeki yaldızı kazıyınca altından mükemmel birer Ebulfazl Enveri çıkar. İşte hep bizim, bütün insanların, felaketimizin temeli budur. Eğer hakikat böyle olmasa dünyada ne bir Napolyon çıka­ bilirdi ne de kendini Türklüğü . ve İslamiyeti kurtarınakla görevli bilen Enver Paşa ... Kurtarmaya uğraştığı Türklüğü. büsbütün harap etti. Bu zafersiz kahramanın kefenlendir­ meden gömdürdüğü insanların hesabını eğer Cenabıhak ondan soracaksa aman yarabbi!.. Soramayacaksa şöyle böyle günahları işlernekten hiç korkmayalım. Enver son nefesine kadar kendini pek büyük bir işle müj­ delenmiş bildi. Üst üste gelen müthiş başarısızlıkları onun kendine güvenini kırdıramadı. Siyasi ve askeri maharetinin son iflası felaketinde İstanbul'dan adi suçlular gibi gibi kuy­ ruğu kıstırıp kaçtı. Harniyeti onu diğer bir İslam beldesine koşturdu. Hiçbir millet ve hükümdarın vermediği, kendi kendine aldığı rütbelerin şereflerini doymak bilmez ruhu için hiçbir vakit yeterli göremedi. Yükselmek, bulutların üzerinde taht kurmak istiyordu. Talihi ve gücü sayesinde çıkamadığı bu en son makama bir Bolşevik kurşunu onu uçurdu. Merhum zannetti ki cihanı yenmek Abdulhamid'i kor­ kutmak kadar kolaydır . *** Henüz çoğumuz hayann özünü anlayamayarak havada saadet, kuyu dibinde cennet arayan, birbirimizden keramet bekleyen, boş şeylere kapılan, vaatlere aldanan saf kimseleriz. Bu dünya henüz büyük komik Molierel çağından üç adım ileri gitmedi. Daima üstadın ebedi komedyaları tek­ rarlanıp duruyor. Yalnız sahnenin dekorları değişti. Tarzlar başkalaştı. İnsanın mayası hep o maya... Kötüler daha kurnazlaştı. Birbirine zarar verme ilerledi. Fenalık büyüdü. 24 Kasım, Heybeliada ı jean-Baptiste Poquelin (1622-1673), Moliere adıyla bilinen, Fransız oyun yazan. 77
{ "page": 82, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
TüRK EDEBİY A Tl KLASiKLERİ DiZİSİ ı. KUYR UKL UYILDIZ ALTINDA BiR iZDiVAÇ Hüseyin Rahmi Gürpınar 2. MÜ REBBi YE Hüseyin Rahmi Gürpınar 3. EFSUNCU BABA Hüseyin Rahmi Gürpınar 4. iNTiBAH Namık Kemal 5. SAiR EVLENMESI Sinasi 6. VATAN YAHUT SiLiSTRE Namık Kemal 7. KÜÇÜK SEVLER Samipaşazade Sezoi 8. FElA TUN BEY iLE RAK IM EFENDi Ahmet Mithat Efendi 9. TAASSUK-1 TALAT VE FiTNAT -TALAT VE FiTNAT' IN ASKI­ Semsettin Sami 10. MAi VE SiYAH Halil Ziya Uşak lıgil 1 1. REFET Fatma Aliye 78
{ "page": 83, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
TÜRK EDEBiYAT I KLA SiKLE Rİ-3 Efsuncu Baba büyüyle, simya yla, tılsımla uğraşan ; deline aramak, madeni altına çevi rmek, yıldı znameler den alemin sırrını çözmek gibi hevesiere kapılmış bir zat- ı muh teremdir. Onun dün yasını batıl inançları şekillendir ir, her adımını bu hurafe lere göre atar. Eline yeni bir kitap geçe r, istanbul'un bütün delineleri şiire li halde bildir ilmiş tir bu kitapta. Define ye ulaşmak için tılsımı kald ırması gerekir, bu da Binbir direk'teki ana htarı ve kendisine yard ımcı olacak insan suretinde iki meleği bulma sına bağlıdır . Böylece Kirkor ve Agop'la tanışırız . Karın tokluğuna çalışan, ortaoyunu ndan tırlama bu iki ko mik tip Efsuncu Bab a'nın karısı ve kız ıyla yaşad ığı konağa taşınır . Entrik a gider ek tüm aileyi sarar. Hüs eyin Rahmi solu görünümlü budala karak terlerinden birini daha insan lığın en büyük derdi olarak, gülmeceyle süslü serüv enli bir dille canland ırıyor. Hüsey in Ralııni Gürpınar (1864- 1944) Döne mini ve çevres ini romanlarında yaşa tıp, genç yaşla rından itibaren geniş halk kitleleri nce seviler ek okunmuş Hüseyi n Rah mi, edeb iyatımızın benzeri az bulunur şahs iyetleri ndendir. Kita pları nda istan bul yaşam ının özel inanışları , toplumsal ve ekon omik eşitsiz likler, kadın erkek ilişkileri gibi konular halkın özgün konuşma biçim leri korunarak, çok defa gülün ç, baze n hüzünlü olar ak işlenir. Roman ımıza "mahal li renk" ilk kez onunla girer. Yazarl ık yaşamın a 1883'te Tercüman -ı Hakikat gazetes inde başlar. 1896'da ikdam gazet esinde roman ve öyküleri tefrika edilirken üne kavuşur. Döneminin en çok okunan yazarı olur. Tüm kazancı yazarl ıktan gelir. Bu sayede Heybel iada'da şimdi müze olan köşkü nü alır. 1908 Meşrut iyet'inden sonr a Ahme t Rasi m'le Boşboğaz adında bir m izah gazetesi çıkarır. ilk soruş turma ya böyl elikle uğrar. Gazetesi kapan ır. ikinci kez Ben Deli miyim ? roman ıyla mahkemelik olacak ve yine beraat edecek tir. Çoğu roman olmak üzer e öykü, tiyatr o, makale ve eleştiri türünde altm ışın üzerinde kitabı bulun maktad ır. Yaz arın seçme eserlerine Türk Edebiy atı Klasikleri D izim izde yer vermeyi sürdür eceğ iz. 111111111111111111111111 9 786052 954164 � 1 THG 0833729 PVN BTL
{ "page": 84, "source": "/content/downs/Hseyin Rahmi Grpnar_Efsuncu Baba.pdf" }
ROMANTİK Bir Viyana Yazı Adalet Ağaoğlu, 1929'da doğdu. Ortaöğrenimini Ankara Kız Lisesi'de tamamladı. Ankara Üniversitesi DTC Fakültesi'nin Fransız Dili ve Ede­ biyatı Bölümü'nü bitirdi (1950). Açılan bir sınavla Ankara Radyosu'na girdi; burada ve kuruluşundan sonra TRT' de çeşitli görevlerde bulundu (1951-70). TRT Radyo Dairesi Başkanlığı'ndan, kurumun özerkliğine el­ konulması sonucu istifa etti. Öğrencilik yıllarında başladığı yazarlığını 1970'ten sonra başka hiçbir işle paylaşmadı. Radyo ve sahne oyunlarını romanları; öykü, anı, deneme kitapları izledi. Bu çalışmalarında hayatın değişim ve dönüşümlerine duyarlı yaklaşımlarıyla dikkat çekti. Doğa, toplum, zaman ilişkilerinin insanın iç dünyasındaki yansımalarını dü­ şünce üretebilecek boyutlarda irdeledi. Değişimler karşısında edebiya­ tın yapısal durumu bakımından da arayışçı davrandı; kendine özgü an­ latım biçimleri geliştirdi. Adalet Ağaoğlu, özenli, yaratıcı bir dil kullan­ maktadır. Kitapları: Oyun: Bir Piyes Yazalım (1953), oynanmış, basılmamış; Evcilik Oyunu (1964); Çatıdaki Çatlak (1965); Sınırlarda (1970); Tombala (1967); Üç Oyun: Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar (1973); Kendini Yazan Şarkı (1976); Duvar öyküsü (1992); Çok Uzak Fazla Yakın (1991); "Fikrimin lnce Gülü" -Oyun (1996). Roman: Ölmeye Yatmak (1973); "Fikrimin lnce Gülü" (1976); Bir Düğün Gecesi (1979); Yazsonu (1980); Üç Beş Kişi (1984); Hayır ... (1987); Ruh Üşü­ mesi (1991); ROMANTlK Bir Viyana Yazı (1993). Öykü: Yüksek Gerilim (1974); Sessizliğin llk Sesi (1978); Hadi Gidelim (1982); Hayatı Savunma Biçimleri (1997). Anı: Göç Temizliği (1985); Gece Hayatım (Rüya Anlatısı, 1991). Deneme: Güner Sümer Toplu Eserleri 1.11. Cilt (1983); Adalet Ağaoğlu Seç­ meler (1993). Ayrıca basılı olan ve olmayan çevirileri vardır. Ödülleri: Üç Oyun, 1974 !ürk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü; Yüksek Geri­ lim, 1975 Sait Faik l;ij.kaye Armağanı; Bir Düğün Gecesi, 1979 Sedat Sima­ vi Vakfı Edebiyat Ödülü, 1980 Orhan Kemal Roman Armağanı, 1980 Madaralı Roman Ödülü; Çok Uzak-Fazla Yakın, 1992 Türkiye İş Bankası Edebiyat Büyük Ödülü (Tiyatro); ROMANTlK Bir Viyana Yazı, 1997 Ay­ dın Doğan Vakfı Roman Ödülü. 1995, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat (Edebiyat) Büyük Ödülü. Unvanlar: TÜYAP Onur Yazan (1994), Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Fahri Doktora Unvanı (1998), ABD OSU (Ohio State University, Huma­ ne Letters) Edebiyat Fahri Doktora Unvanı (1998).
{ "page": 1, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Adalet Ağaoğlu'nun YKY' deki öteki kitapları: Duvar Öyküsü (1992) Karşılaşmalar (1993) Seçmeler (1993) Yazsonu (1993,1999) ROMAN TİK Bir Viyana Yazı (1993, 1994, 1995) Ölmeye Yatmak (Dar Zamanlar I, 1994, 1996) Bir Düğün Gecesi (Dar Zamanlar II, 1994, 1995, 1996) Hayır ... (Dar Zamanlar III, 1994, 1996) Geçerken (1996) Başka Karşılaşmalar (1996) Toplu Oyunlar (1996) ''Fikrimin İnce Gülü" (1999) Üç Beş Kişi (1999) Ruh Üşümesi (1999)
{ "page": 2, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
v v ADALET AGAOGLU Romantik Bir Viyana Yazı ROMAN omo İSTANBUL
{ "page": 3, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yapı Kredi Yayınları Edebiyat -43 ROMANTİK Bir Viyana Yazı / Adalet Ağaoğlu Genel Tasarım: Faruk illay Kapak Tasarımı: Nahide Dikel Baskı: Şefik Matbaası 1. Baskı: İstanbul, Ekim 1993 10. Baskı: İstanbul, Nisan 2000 ISBN 975-363-243-6 ©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Tıcaret ve Sanayi A.Ş. 1993 Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Tıcaret ve Sanayi A.Ş. . Yapı Kredi Kültür Merkezi . istiklal Caddesi No. 285 Beyoğlu 80050 Istanbul Telefon: (O 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (O 212) 293 07 23 http: / /www.ykykultur.com. tr http: / /www.shop.superonline.com/yky e-posta: [email protected]. tr
{ "page": 4, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bu sayfalardaki bütün kişi, yer, kitap adlarının, tarihle­ rin, coğrafyaların 'gerçektekilerle' her türlü ilişkisi var­ dır. Sadece, kitabın okunup üflenmiş roman kategorile­ rinden hiçbiriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Yazarın özlemi, bu romanın kafalarda önden hazır her­ hangi bir kalıba sokulmadan okunmasıdır. A.A.
{ "page": 5, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
I. Anahtar Deliği Ba-rok, oh-huhh. Ba-rok, oh-huhh. Ba-rok.· .. Barok, Ortaçağ karanlığını geride bırakmak, Rönesans' ın yolunu açtığı büyük keşifler zaferini parlak bir geçit töreniyle kutlamaktır. Oohhhh!.. Tümce amma da çetrefil. Gel de ayak ve soluk uydur . Ba-rok, oh-huhh ... Ba-rok, lt-riii ... Ooh-huh, Ba-rok. .. Ayak değiştir. Ba-rok, karanlık Ortaçağı geride bırakıp, Rönesans'ın yol açtığı büyük keşifler zaferini tumturaklı törenlerle kutlamaktı. Bu ya da buna yakın bir söz dilime, beynime, neresiyse işte arlık; bana, öyle ya, bana takılıp kaldığında, dünyanın tarihte­ ki rengini hiç solmadan koruyan herhangi bir kentini düşünü­ yor değildim. Herhangi bir barok yapıya doğru gitmiyor , ora­ dan dönmüyordum. Barok bir konserden çıkmamıştım, öyle bir konsere gitmeyi de o ara düşünmüyordum. Hyde-Park'ın bir ucundaki gölgeli cadde boyunca yürüyordum: Ba-rok, lt-riii ... 7
{ "page": 7, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Yürüyordum. Önümde de iki küçük yeğenim, bir an önce hamburgerlerine kavuşmak için koşuyorlardı. Amaç açıktı, yol belliydi; çocukların ne yiyecekleri de, o an­ da dünyada binlerle binlerle çocuk ve gencin aynı şeyi yemekte bulunduğu da: İki üç katlı yuvarlak yumuşak ekmek arasında kalın yassı köfte, turşu, domates salçası, kıyılmış soğan ya da Rus salatası gibi şeyler olacaktı; yanında coke olacaktı; kızarmış patates olacaktı. Kızarmış patatesten herbiri için birer porsiyon daha istenecekti. Kağıt tabaklar, kağıt bardaklar, peçeteler, plas­ tik tepsi, küçük kaşıklar olacaktı. -O dönemde, böyle hafif mal­ zemeden de olsa, yemekler hala kap kacak gibi şeylerde yeni­ yordu.- Kızarmış patatesin yanına, yeğenlerimden birisi için yi­ ne domates salçası, öteki için hardal sıkılacaktı. Fakat zihnim, bir nakarat halinde tutturmuş gidiyordu. Ben de gidiyordum: Barok, Ortaçağı geride bırakıp, Rönesans'la gerçekleşen büyük keşifler zaferini görkemli törenlerle kutlamaktır. Söz, ilkağızda Barok'un peşine taktığı ltri'yi arada bir unutturuyor -zaten bu Osmanlı bestecisinin müzik ansiklope­ dilerinde yeralması da unutulmuştur-, adımlarımı şaşırtarak kendisi de her seferinde küçük değişikliklere uğruyordu. Çocuklar önümsıra hamburgerciye doğru koşarlarken dili­ me, zihnime, ayağıma, pekala bana; bana takılan da herhalde bunlardan farklıydı. Sözcükler aynıyken bile tınısı değişiyor, beynime dolanan tümce, araya giren en küçük zaman parçasın­ da dahi kılıktan kılığa bürünüyordu. Fakat, anlam aynıydı. Her seferinde 'Ba-rok. .. ' diye başlaması da. Oh-huh. Nefes borumun derin bir inip kalkışıyla 'Ba-rok. .. ' diye başlayan tümce, bir yerde okumuştum da, Londra'nın orta ye­ rinde, Hyde-Park'ın oralarda yeniden bilincime mi çıkıyordu, yoksa zihnimin o andaki durumu mu hamburgerci adının yeri­ ni baroka bırakmasını buyuruyordu; bilemiyordum. Tümce, bi­ linçaltımdan üste çıktıysa bile, ortada buna yolaçan bir dürtü, bir şey olmalıydı. Parka teğet ağaçlıklı yol ya da hamburgerci adı bunu açıklamaya yetmiyor. Üstelik durum bukadarla da kalmadı. Barok, arkasına lt­ ri'yi, o da gerisine bu tumturaklı tannan tümceyi taktığı tarihi 8
{ "page": 8, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
andan başlayarak, neredeyse bir saplanhya yakalandım. Özel­ likle dilinden anlamadığım, sözcük dağarcığı sessiz harflerden T ile başlayanlardan yana yoksul bir ülkenin barok bir kentine rahat, geniş soluklu bir hikaye uydurma saplanhsı. Öyle ki, ya­ nımda küçükler bulunmasa, kendimi daha o dakika Lond­ ra' dan Viyana' ya atmıştım. (Viyana için, hala yerinde duruyor mu, diye lütfen haritala­ rınıza bakınız.) Viyana, dedim, değil mi? Nedense, Viyana. O zaman da çok şaşırmışhm. Daha iyi bir örnek var mı, yok mu, hiç düşün­ meden, ilk aklıma gelen yer, Viyana oldu. Oraya gitmeliydim. Eski, küçük, tabii ki oval bir alanda durmalıydım. Kentin barok önyüzü, içinde yuvarlandığım kay­ gan/kaotik günün yerleşik fon perdesi olmalıydı. Ben, bu taş­ tan perdenin orta yerinde yükselen büyük süslü kapıya yaklaş­ malı, bronz kilidin geniş anahtar deliğine gözümü dayamalıy­ dım. Nedense, kapının bana ardına kadar açılacağını hayal bile edemiyor, anahtar deliğiyle yetinmeyi çok doğal sayıyordum. Bir zamanlar prensleri�, düklerin, kontların binlerce taş iş­ çisi çalıştırarak kurdukları avlu, park, saray duvarlarının hiçbi­ rinin üstünde, "Viyana Viyanalı'nındır!", "Yabancı defol!", "Be­ yaz içeri, kara dışarı!", "Kuzeye hayır, güneye evet!" gibi yazı­ lar yazılmış bulunmamalı, bu duvarlarda uçlarından kanlar damlayan ok, çekiç, hançer, balta resimleriyle karşılaşmamalıy­ dım. Sokak satıcılarının dahi ipek dantel yakalıkları, ipek ye­ lekleri, kollukları, yanaklarında benleri, başlarında gümüş renkli perukaları olmalıydı. Viyana'yı kuşatıp da kenti alması­ na ramak kala, bu 'basit işi' emrindekilere ve düşman casusu, Türk kahvesi tiryakisi Georg Kolschizsky'ye bırakarak Baden kaplıcalarına gidip yorgun gövdesini, gutlu dizlerini şifalı sula­ ra teslim eden Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı Bursa işi çizgili hamam bornozuyla görebilmeli, Rudolfshofun ılık yüzme ha­ vuzunda onu Savoie Prensi Eugene'le şakalaşırken bulmalıy­ dım. Onlar şakalaşırken, Türk-Leh-A vusturyalı on kadar er -şimdiki gibi o zamanlar da böyle böyle ırklar, topluluklar var­ dı-, gözleri kudretten sürmeli Erzincan kızlarıyla blues dinle­ yip dansediyor olmalıydılar. 9
{ "page": 9, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Bitmedi. Anahtar deliğine gözümü daha iyi yapışhrmalı­ yım ve bir de bakmalıyım ki: Tarih, sakalını kesmiş, saçını sıfır numara traş etmiş, sonra da kanlı hançerini Tuna'ya atıp, eline bir elektrogitar alarak en işlek metro geçidinde Get Together şar­ kısını çalıp söylemeye durmuştur. Önünde, Venüs gezegeninde işlenmiş, uzay mavisi, ağırlıksız bir mendil serili. Gelip geçen bu mendile öpülüp koklanmış, sevilip okşanmış çok eski, çok değerli birer gözyaşı damlası bırakmalı, damlalar nehir olup in­ sanlığın öldürgen silahlarının ateşini söndürmeli. Yok eğer, Tarih bunları yapmayacak, hiç sesini çıkarmaya­ cak, olan olmuş artık, geçen geçmiş, diyecekse, Hayalci Ho­ ca'nın bir defa daha sahneye çıkması kimseyi şaşırtmamalı: Yıl­ lar yılı polka, vals, şarapla, Roman havalarıyla halhamur olmuş Avusturya hayatı, bugünden ertesi güne Arap alfabesi öğren­ meli; Kerms, Melk, Sulz, Salzburg, Klosterneuburg, ne bileyim işte, Klagenfurt (ahh sevgili Ingeborg Bachmann, iyi dinleyin beni, siz ne bileceksiniz, siz tek alfabeyle doğup büyüdünüz, tek alfabeyle de öldünüz kardeşim), Ramsau okul sahnelerinde çocuklar Aydın Zeybeği ile Çayda Çıra oynamalı; kızlar, kadınlar, renkli, fistolu, büzgülü, yelekli, karpuz kollu giysilerinden so­ yunup çarşaflara, yaşmaklara bürünmeli, bürümcükler giyin­ meli, peçeler takınmalı, takunyalar taklatmalı; babalar tespih çekip önünü kaşımalı, bu arada geğim geğim geğirmeli, sarık takıp bıyık burmalı, karıların kızların sırtından sopayı, karnın­ dan sıpayı eksik etmemeli; Mozart da peruğunu alıp fes giyme­ li, Hüseyin İleri darbukası refakatinde Sazım Gibi Sfnem Dahf'yi takliden bir şeyler bestelemeli, Türk Mar şı'ndan piyano ve kre­ mayı çıkarıp yerine bir miktar çiğköfte baharatı ile nısfiyye to­ humu koymalı; Schubert, zurnayı klarnete tebdil eylerneksizin Bitmemiş Senfoni'sini Çadırımın Üstüne Şıp Dedi Damladı'ya göre uyarlayıp lütfen artık bitirecek se bitirmeli. Dernek ki, herkese ana aşığı, baba tutkunu, bastırılmış duygular falan gibi kulplar takacağına Freud efendi de arkasını sıkıp biraz da Osmanlıca düşünmeli, yazmalı; lafa bismillahla başlayıp, allahın dediği olur'la bitirmeli. Klimt, burnunu kanata kanata da olsa, Beç' de Güreş diye çizmeli, boyamalı; öyle elin, hem de koskoca besteci­ lerin karılarıyla halvet ola ola süslü salon mallarını yaldızlayıp 10
{ "page": 10, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
yaldızlayıp ortaya sürmek kaç para, asıl altı feshane, üstü şiş­ hane ruhları ölümsüz kılmalı. Anton Karas, bakalım bir de Ye­ şilçam'ın Üç Kadın'ı için müzik yapmalı, Orson Welles dedikleri tombulyanak kafirin yerini Hazret-i Tombulparmak almalı. Bu arada barış dernekleri, bitmez tükenmez güvercinlerinin bir bö­ lüğünü yeniçeri paşaları üstüne üstüne uçurup: Buluş yok, su­ nuş yok, nice yüzyıllardır insanlık alemine katılmaya hazır bir iş yok, eeyy öyleyse bu ne kuşatmasıdır sizinki heey Kara Mus­ tafa'lar heeey, deyin bakalım, deyüp sormalı; Kemal Tahir üsta­ dımız ise yattığı yerden boyun kaldırıp: Hele kafirler, hele ka­ firler! Lehistanlısı, Frenkistanlısı bir olup, geçtim koskoca Os­ manlı Paşasını, geniiiş bir Astitürta Ekonomik Topluluğu'na kumpas kurmak olur mu, bre vicdansız nankör Macar asileri bre, bre çiftestandart Sobiyeski gavuru bre! .. diyerek ardına Boşnakları takıp -Dostoyevski'nin kulakları çınlasın, eskiden böyle insancıklar vardı-, Kıbrıs'a doğru gürlemeli. Kara Musta­ fa Paşa da hala çizgili Bursa bornozu içinde, kaldığı yerden ta­ kunyalarını tangırdatarak tarihin sararmış sayfaları arasında, işte artık kaplıca otelinin bahçesinde gezinir gibi, "Viyana kapı­ sı olmazsa Sarp kapısı," deyip gitmeli; beride Cumhuriyetli ta­ rih öğretmeni(m) kruvaze ceketi içinde -iyi de, bu nereden çıktı şimdi?- Kastamonu'sundan tayinen ayrılıp Kütahya'sına doğ­ ru yola revan olmadan önce, şöyle bir geriye, gerideki yılların sabır tozuyla kaplı sayfalarına bakıp, "Sepet sepet yumurta / sakın beni unutma ... " demekle yetinmemeli. -Sahi, nereden çıktı bu şahıs? Hyde-Park'ın oralarda dilime dolanan tümcenin içinden olabilir mi acaba? Üstelik bir de kruvaze takım, nasıl olur, ne ilgisi var yani çocuklar?- Evet, ne diyorduk, sepet sepet yumurtayla yetinmemeli; okula hala (unutmadan a'ların üstü­ ne birer şapka koyunuz ki, Bosna' da gömülü Boşnak halamdan sözetmediğim anlaşılsın) bir Avrupa haritası göndermedil er, gelmedi; bekle bekle, gelmedi işte!. diye inildeyecekse inilde­ meli. Artık bu sefer iniltisini, içine o zamana kadar her şeyini, öfkelerini, hüsranlarını, söylenememiş sözlerini, denememiş şi­ irlerini, yazılamamış denemelerini atıp durduğu göğüs torbası­ na atmayıp, şööyle okkalı bir gürz gibi dışa, kimin hakkıysa onun başına fırlatmalı. Kastamonu-Kütahya arası, midesi ağzı- 11
{ "page": 11, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
na gele gele yolalırken, ben her şeyi bilirim, bildiğimi de gizle­ mem, dobra dobra söylerim, edasıyla eleştiri, şey pardon, mu­ halefet direksiyonu sallayan otobüs sürücüsüne nihayet açık açık sormalı: De bakalım tahılcı oğlu tahılcı, Avusturya Avru­ pa'nın neresine düşer. 'Kapılarına dayandığın' Viyana Avustur­ ya'nın neresine düşer? -Demek ben Londra'nın göbeğinde kapı derdine bu yüzden düştüm?- Ya Kahlenberg, cahillik zengini, de bakalım, Kahlenberg Viyana'nın hangi yakasına düşer? Sen onu da geç, ilkin söyle hele, Kütahya Kastamoni'nin hangi ca­ nibine düşer? Hah işte, o böyle böyle sordukça artık, sürücünün, bütün futbol takımları sağ ve sol beklerini ezbere bilen yardakçısına iki dönemeç arası döktürdüğü "Biz Mağripteyken, biz maşrip­ teyken ... " destanlarının köküne kibrit suyu ekilmeli, derken, kibrit belası, Melk Manastırı kitaplığındaki bütün elyazması sayfalar Tuna dalgalarıyla dosdoğru Varna'ya akmalı; ak, ak, Varna' dan kalkan bir geminin kıçına takılıp denizin dalgaları ortasında "Karlofça ... Karlofça ... " diye uğuldayarak kağıttan bir heykel olup balıkçı teknesiyle Samsun' a çıkmalı; oradan kalkıp Ankara Kalesi eteklerinde çadır kurarak, Osmanlı Paşası olsa dahi, Kara Mustafa Paşa'nın da ola ola bir tek kellesi olduğunu, o nedenle geriye katliamdan fazla bir şey artmadığını, işte bu büyük hakikati cümle aleme belletmeli; Belleten Bültenleri kilit altındaki yerlerinden çıkarılıp güneşe atılmalı ve nihayet... .. Ba­ rok, dedikse Dedem Efendi'yi, Kayıkçı Kulumuz Mustafa'yı da unutmamalı; onların nağmelerini bilenler bilmeyenlere, sözleri­ ni işitenler işitmeyenlere güzel güzel, şöyle en yeni çizgiler, ha­ ritalar, filmler, slaydlar, 'sound effect'ler, kasetler, CD'ler, CD­ ROM'lar, Data'larla efendi efendi anlatmalı. Ba-rok, lt-riii, Oh-huhh, Oh-huhh ... ... Benimse silahlarım sözler, akınlarım hayallerimin dili ol­ malı. Diyelim ki, İmparatorlar ve vebalar zamanı. Bu imparator­ lardan biri, şehirde vebadan kırılanlar için çukur açtırmış. Bir toplumezar. Ne yapsın, haklı!! O kadar cesedi tek tek gömdür­ mekle başa mı çıkar? İşte bu İmparatoru ben, tebdil kıyafet ara- 12
{ "page": 12, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
bacı kılığında gece denetimi yaparken görmeliyim. Bir meyha­ neye girmeli, orada kendini tutamayıp zilzurna olmalı, veba çukurunun yanından geçerken dengesini yitirip içine düşmeli, yine aynı meyhaneden zilzurna çıkıp aynı çukura düşen hakiki bir arabacının üstüne pat diye gelmesiyle onu ayıltmalı ve bun­ lar, üstleri yeni yeni cesetlerle örtülmeden yukarı tırmanmalı, kolkola gelip Cats müzikalini parter üçüncü sıradan izlemeliler. Oradan çıkışta da Prater' de bir dönmedolaba yan yana binmeli­ ler; dön, dön, gün atmalı, o aydınlıkta asli arabacı yanındakinin asli imparator olduğunu anlamalı, fırsat bu fırsat, gırtlağına bi­ nip, "Ya vebaya son, ya sen de hurdan aşağı gideceksin!" deme­ li. Aşağıda kalıp melCı.l meyus yukarı bakmakta olan çelebi, an­ siklopedist, şair ve emekli tarih öğretmeni de her şeyden haber­ siz bunlara el sallamakta iken ... Buyrun işte, herkimse, yine çıktı ortaya. Tam o sırada da Marble Arch'ın köşesinde kırmızı yandı. "Durun çocuklar!" Durduk. Aynı yerdeyiz: Bu tarih öğretmeni(m) ki, çocuklara Kastamonu' da Bi­ zans'ın Venedik'ini, Kral Yedinci Lui'n�n Haçlı Seferi'ni; Kütah­ ya' da Haçlı Seferi'nin Odon dö Döy adlı papazını, Avusturya­ Macaristan İmparatoru Birinci Leopold'un İspanyol Mari-Te­ rez'le evlilik törenlerini; Konya' da Katoliklerle Protestanlar ara­ sındaki din savaşlarını ve tabii, arada sırada evlilik törenleri gi­ bi kaçamaklar yapsa da, hep müfredat gereği, Kırşehir' de de Budin Beylerbeyliği'nin kuruluşuyla 1. Viyana Kuşatması'nı; sonra, yeniden döngeri, Kütahya'da il. Viyana Kuşatması'nı anlatmış, sıra tam da ister istemez bozgunu anlatmağa geldi­ ğinde aklından, hay allah, tayin olunduğum, yeniden tayin olunduğum yerlerin adları da hep K harfiyle başlıyormuş me­ ğer, kör kadere bak sen kardeşim Kamil Kaya, diye geçmiş; fa­ kat nihayet doğduğu yer İ'ye yeniden kavuşunca, bakmış ki: İlahiii, Bizans mizans hakgetire. Osmanlı toptan yokolmuş. Cumhuriyet ise, cebindeki ortaboy üç lise defterlik şiir toplamı ile yeni öğrencilerin bir ipin ucundaki yo-yo topu gibi inip kal­ karak, "Çöplük 1-Sefatepesi O / Sultanbeyli 2-İkitelli 3 / Gü­ neşli 4-Terelelli 5. Goool!. Goool!" ardından da, "Heey Corc / 13
{ "page": 13, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Versene borç!." diye haykırışmaları demek. Ortalıkta bir gürül­ tü, bir koşuşturma ki, bunlar ancak sınav eşiğinde mecalsiz di­ kilip kalmakta ve kısılmış sesleriyle işitilir işitilmez bir şeyler sormaktadırlar: Macaristan İran yanlarına mı düşer öğretme­ nim? Öğretmenim, Tuna kuzeyden güneye mi akmakta? Mo­ haç, Moğol kalesidir, sahaların kralı da bu kaleye üç gol atmış­ tır, diğmi örtmenim? Müjde örtmenim, örtmenim müjde, Kastamonu şapkasının tarihini bildim, TV yarışında üç araba, beş buzdolabı, sekiz de güzel kız kazandım, nasılmııı ş!.. Sen daha uyu, inek!. -Ve bura­ da yeni bir ses patlaması kaçımlmaz.- Ee, madem böyle, işte artık bu tarih öğretmeni(m?) de, -nereden çıktıysa, inanın bilmiyorum- ister istemez Habs­ burg İmparatorluk sarayından bir kız kaçırıp onu saray kili­ sesinin Meryem Anası önünde öpmemeli mi? Öpmeli. Öpmeli /Bin kere/ yüz bin kere öpmeli seni/ sarmalı ... O onu öpüp sar­ malı, arada ülke(m) yaşanıp bitmiş büyük bir aşkın hatırası gibi tarihin solgun sayfaları arasından bana gülümsemeli: Cumhuriyet ve Opera baloları fena mıydı yaa? diyerekten bir koltuk değneğine sarılmalı; elinden kaçırdığı tutku beni tu­ tuklamalı, dünyanın en yalnız sultam III. Selim'e çıra gibi yanmalıyım. Ben öyle cayır cayır yanarken, uçuşan ak saçla­ rıyla asırlık Elias Canetti, Alma'mn Mahler'den olma kızı An­ na'ya değil, bana gönül vermeli; ayaklarımın ucuna çiçekler serpmeli; peşinden koştuğum III. Selim ve peşimden koşan bir trompetçiyle ayrı ayrı düelloya tutuşmalı; başucundan ki­ taplarımı ve fotoğrafımı eksik etmemeli, bense burun bir ka­ rış havada, bakalım bir çevirmenle bir yayınevi bulursak bel­ ki sizin bir kitabınızı bizde bastırırız, belki bakalım, çeviri için devletiniz destek verirse, kültür bakanlığınız falan ... de­ meliyim ve böylece barok yaşayışın ırkçılık-milliyetçilik kav­ ramlarına yabancı kalışının tek somut kanıtı, Savoie Pren­ si'nden ibaret olmamalı ... Ay heyecanlandım. Sabırsızlandım. Yeşil yansa. Kırk yıl önce kırk saatçik gördüğüm Viyana burnumda tütmekte. Yeşil yandı, geçelim. O kente gitmeliyim. 14
{ "page": 14, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
Büyük barok kapının önünde durup, anahtar deliğine gö- zumü dayamalıyım, onu görmeliyim. Kimi mi? Öyle ya, kimi? Aradan yüzyıllaaar geçmiş, gölge, Hyde-Park'ın köşesinde göründüğü gibi de silinip gitmiş. Yüz çizgileri bile hiç belli ol­ madan, ancak kulağıma galiba şöyle bir şey fısıldayarak: "Aa, meğer ben düzgün soluk alıp vermeyi bilmiyormuşum da, bu­ nu şimdi anlıyorum." Yok canım, böyle fısıldayan kruvaze ceketli adam değil miydi? Tarih öğretmeni miymiş, neymiş? Hani emekli olmuş da ... Ba-rok, oh-huh. Ba-rok, It-ri. lt-rii-hoh-huh. Hoh-huh, Ba­ rok. .. Ba-rok. .. "Koşmayın! Ağır olun çocuklar, ağır olun!." Küçükleri caddenin kalabalığında kaybetmesem bari. Öyle de sabırsızlar ki... Rönesans'ın açtığı yol. Görkemli geçit törenleri. Aşklar, tutkular. Karnaval. At nalı, araba tekeri takırtıları ... Asli arabacının intikamı. Cinayet. Zurna ve klarnet. Flüt ve ah seni yaramaz Mozart. Tutkum baskınlaşıyor(du). Yanımdan iki katlı bir Londra otobüsü geçmektedir. Karşı kuledeki saat akşamı gösteriyor. "Biraz daha çabuk yürüyemez misin? Biz çok acıktık," di­ yordu yeğenlerimden küçüğü. Artık üçümüz birlikte koşuyoruz. Daha doğrusu ben onla­ ra yetişmeye çalışıyorum. Ortaçağ karanlığını geride bırakıp, Rö­ nesans' ın yolunu açtığı büyük keşifler zaferi ... Oh-huhh .. Hamburger-kızarmış patates-coke ... Turşu-salça-hardal. .. Hoh-huh, hoh-huh, hoh-huh ... Ba-rok, It-riii ... 15
{ "page": 15, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
"Üstüne kocaman bir dondurma yiyeceğim ben!" diye sıç- rıyor büyük yeğenim. Küçüğü de: "Ben de, ben de!.." diyor. Oh-huhh, oh-huhh ... 11 Ama ben çileklisinden isterim!" diyor öteki. Oh-huh ... Ba-rok. .. Dondurmaların kağıttan kapları olacak. Plastik kaşıkları olacak. Hoh-huh ... Ba-rok, lt-rii... Dondurma üstü kedi dili ... Derken, yüreğim ağzıma geliverdi: Bir görünüp de hemen silinen gölge! İşte, apaçık o. Hamburgercinin kırmızı fiberglas çerçeveli geniş camlı kapısı önünde. Tam kapıyı açmış, içeri gi­ recek, ama giremiyor. Açtığı kapıdan başkaları giriyor. Gelen geçiyor, gelen geçiyor. Biz de geçtik. O ise yana çekilmiş, kapı kanadı hala elinde. Evet, bu aynı gölge, aynı gölge! Kruvaze ceketinin düğmeleri ilikli mi, değil mi, diye parmaklarıyla yokluyor bir yandan da . ... görkemli bir zaferle kutlamaktı. Vardığım yerde başımı geri çevirmiştim ki, yok. Yine yok. Dilime, gırtlağıma ya da bana takılan tümcenin bu sefer yalnızca sonu bir daha belirmiş, sonra, gümbürtülü bir yıkımın altında silinip gitmiştir. Hyde-Park'ın oralarda nasılsa, bu defa da hamburgerci kapısında bir an belirip, kılığı kıyafetiyle şöyle bir görünüp yokolan kimse gibi ... Barok, Itri, Dedem Efendi, Kulun Mustafa, İmparator, ara­ bacı, Kütahya, öğretmen(im), Viyana, kapı, anahtar deliği, sıfır numara traşlı tarih ... Hiçbiri yok. Her şey silik. O kadar yokluk, bulanıklık tutkumu büsbütün körüklemiş­ tir: Aynalı salonlar, hileli aynalar, Ortaçağ' dan devren taş kaplı sokaklar, veba çukurunu ters çevirtip üstüne mermer çektirerek kentin ortasına kanatlı melekler biçiminde diken zaman, ağır zaman, tannan ... Hepsini istiyordum. Köfte, turşu, dondurma, Rus salatası, fiberglas, müşteri kuyrukları, kasa şakırtıları o ka- 16
{ "page": 16, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
dar yakınımdayken ikinci defa beni kışkırtan hayali nasıl yitir­ dim? Bitti mi, sahiden? O kadar gösteri ve gösteriş ortasında o derece silik durursa, olacağı budur. Arabacı, İmparatoru dön­ medolaptan aşağı sallandırırken de bakakalmıştı zaten; gıkı çıkmadı. "Ağır ağır çocuklar, ağır ağır. İtişmeyin, sıraya girin!." Ağır zaman. Tannan. Sonsuzluk, sınırsızlık. Aykırılık, belirsizlik. Kolaycılık, hatta yüzsüzlük. Coşku ve tutku. Düzensiz düzen. Kıvrımlar, kuplar. Aydınlıklar ve gölgeler. Hepsine kırmızı mumlu birer davetiye göndermeliyim. Göndereceğim, göndermesine göndereceğim de ..... Kasa, fiş, hamburger, patates, dondurma, kahve, kuyruk. .. Arkamdan sürekli itilmekteydim. Hele o self servis tepsileri!. Böyle itiş kakış derken zamanla tutkum beni terkedip gitti. 'Barok' diye başlayan tümceden ne dilimde, ne içimde tek iz bi­ le yok. Sanki self servis tepsilerinden oluşma büyük bir dalga gelmiş, kumdaki ayakizlerini silercesine içimde tıpır tıpır dola­ nan izleri toptan silip gitmiş ... Bunlarla birlikte elin Viyana' sına geniş soluklu hikayeler uydurma saplanhmı da. Nasıl desem? Hani, öte yan görünmesin diye, anahtar deliklerine kağıt yapış­ tırırlar, bütün mera-kilerin meraklarını kursaklarında koyarlar ya, öyle bir durum. Kuraklık. Tarihin o döneminde nice canlar telef olmuştur. "Bir dakika beyler, itmeyin!" 17
{ "page": 17, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }
II. Süpürge Çöpü Kalan sağlar kimin, fazla karıştırmazsanız, hayat her za­ manki gibi yine sürmektedir. Bir yolu bulunuyor. Diyelim, Osmanlı, Viyana kapısına dayandığında Hofburg halkı arabalarına atlayıp kenti dörtnala terketmeseydi, onlar tu­ fandan kaçarken gemilerine her insan türünden birer çift daha atlamasaydı, bomboş kalan kent surlarının içini de derhal pılık pırtık çapulcular doldurmasaydı, bunlar sarayların, konakların kuştüyü yataklarına yangelip yatmasaydı, her gece fener alayı, her şafakta kah kah kah, kih kih kih o onla bu bununla düzüş­ meseydi ne olurdu? Ne olacak, Leh ordusu yetişip kuşatmayı püskürttükten sonra Kolschizsky hazretleri, çadırlar yağmala­ nırken edindiği kahve ganimetini içirecek insanları zor bulur­ du! O zaman da Türk denen insan adı oralarda da sadece kılı­ cın ve kıyımın yanısıra anılırdı. Her işte bir hayır. Hamburgercinin kırmızı fiberglas çerçeveli kapısında anahtar deliği meliği yoktu, üstelik kapının yanında duran kru­ vaze ceketli hayalet de tümden yokolup gitmişti. Geriye self servis tepsilerinde bir alay kağıt tabak, bardak, domates salçası bulaşığı birkaç kızarmış patates kalmıştı. Benim mukavva bar­ daktaki sütlü kahvem devrilmiş, kağıt peçetelerden bir kısmı da bunu içmişti. 18
{ "page": 18, "source": "/content/downs/Adalet Aaolu_Romantik Bir Viyana Yaz.pdf" }